GÜNÜMÜZÜN ÖNEMLİ ÇOCUK KİTABI YAZARI VE ÇEVİRMENİ ÖZGÜR SİNAN' LA ÇANAKKALE ARIKLI'DA KEYİFLİ BİR RÖPORTAJ


 

 Yazar Özgür Sinan Çanakkale Küçükkuyu’ya bağlı Arıklı köyünde ve Ayvacık ilçesinde  yaşamaktadır. Kendisine röportaj yapmak isteğimi bildirdiğimde, bu isteğimi oldukça sıcak karşıladı. Özel aracımla Küçükkuyudan yola çıktım.
 Assos sahil yolundan bir süre ilerledim. Yolun sağ tarafında yer alan Arıklı Köyü levhasına doğru arabamı çevirdim. Zeytin ağaçlarının arasından araba yukarıya doğru tırmandı. Yol düzleşince Saklı Vadi adlı lokantanın önünde durdum. Müthiş bir manzara vardı. Zeytin yeşilliğinin bittiği noktada, denizin maviliği başlıyor ve ortasında Midilli adası… Güngörmez kanyonunun içinden geçerek kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkarken araba bile yoruldu. Çam ormanının içinde yer alan sarı taş evlere vuran güneşin aydınlattığı Arıklı Köyü karşıdan göründü. 


            Mor salkımların, yaseminlerin sarıp sarmaladığı bir masal evi görünümündeki mütevazi taş evlerine gittiğimde Nurten ve Özgür Sinan çifti sokakta baktıkları kedi ve köpeğiyle beni oldukça sıcak karşıladılar.


            Önce boğazdan çam, badem, zeytin ağaçları arasında Midilli adasına bakan küçük ve şirin bahçelerinde kırk yıl hatırı olan kahve eşliğinde keyifli bir sohbet yaptık. 
            Evleri iki ayrı bağımsız birimden oluşuyor.Özgür beyin eşi   Malatyalı hemşehrim emekli Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Nurten Hanım çok sevdiği hobisi olan oyuncak bebekler örüyor.


 Aynı zamanda eşinden aldığı feyizle çocuk kitapları da yazıyor. 

            Evin üst katı Özgür Sinan’ın çalışma alanı. Duvarlar boydan boya kitaplık ve kitapların arasında eşinin ördüğü oyuncaklar bulunuyor. 
            Röportajdan önce Nurten Hanım bana köyü ve çevresini gezdirdi. Arıklı adının Herakliya sözcüğünden geldiğini, köyün eski bir Rum köyü olduğunu belirtti. Köyü gezdikten sonra köyün tarihi kalıntıların olduğu Zindan Tepesine çıktık. Tarihsel bir sunak(altar) yeri olan Bergazkaya’dan görünen manzara gerçekten insanın Tanrı’ya çok yaklaştığı hissi uyandırıyor. Zeytin ağaçlarının arasını süsleyen badem ağaçlarının uzandığı Edremit Körfezi ve Midilli adası ayaklarınızın altında. Kim bilir bu sunakta ne canlar gitti diye düşündüğünüzde ise içinizi bir hüzün kaplamıyor da değil doğrusu…
Küçükkuyu Arıklı köyüne yolu düşen herkesin Bergazkaya’ya çıkıp bu manzarayı seyretmesini tavsiye ederim. 

            Öğleden sonra 15 km mesafedeki Assos Antik kentini gezdik. Kentin girişinde antik çağda burada bir “Felsefe Okulu” kuran Aristo’nun heykeli bizi karşıladı. Assos taşından yapılan evlerin arasından, Arnavut kaldırım taşları üzerinde yukarı doğru çıktık. Özellikle yazın çok fazla turist çeken Assos (Berhamkale) o gün oldukça sakindi.  
            Eve döndüğümüzde akşamüzeriydi. Özgür Sinan evlerinin terasında her birine ayrı ayrı ad koyduğu kedilerine mama veriyordu. 
            Beni bu gece evlerinde konuk ettiler. Yemekten sonra çıtır çıtır yanan sobanın üstünde demlenen çay eşliğinde felsefenin beşiği olan bu yerde kendini çocuklara felsefe öğretmeye adamış Özgür Sinan’la keyifli bir röportaj yaptık.
            Röportaja geçmeden önce Özgür Sinan kimdir, kısaca tanıtmak istiyorum.

Özgür Sinan, 1956 yılında Artvin, Yusufeli'de dünyaya gelmiştir. Babasının tayinlerinden dolayı önce Tokat, Zile, sonra Bandırma'da yaşamıştır.

İlk ve ortaokulu Bandırma'da liseyi Balıkesir'de okumuştur. Gençlik dönemlerinde futbolun yanı sıra yüzmeyle de yakından ilgilendi. Edebiyat tutkusu öğrencilik yıllarında gelişmiştir.

Özgür Sinan, 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ne girmiştir. 1986 yılında Ankara Üniversitesi DTCF-İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Bu dönemde de felsefe üzerine çalışmaya başlamıştır. Daha sonraları İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü okumuştur.

Özgür Sinan, uzun bir süre İngilizce ve Fransızca çeviriler yapmıştır. Bu arada da yoğunlaştığı tarih felsefesine ek olarak eski Türk tarihi üzerine de çalışmaya başlamış, değişik makaleler ve kitaplar yazmıştır.

Felsefeyle Tanışıyorum, Filozof Öyküler 1, Filozof Öyküler 2, Kökünü Arayan Sözcük 1 ve Kökünü Arayan Sözcük 2, Filozof Baran, Çiko’ya Ne Oldu, Gizli Görev çocuklar için yazdığı yüzlerce kitaptan birkaçı. Ayrıca Çocuk Eğitimi adlı yeni bir kitabının da yayına hazırlandığını öğrenmiş bulunuyorum.

            - Yazmaya yönelik ilk denemeleriniz nasıl başladı?

            Yazmaya lise yıllarında başladım. Değişik dergilere ve bazı gazetelere zaman zaman yazılar gönderiyordum... Sanırım yazmaya başlamamın temel nedeni, çok kitap okumamdı... Çok kitap okuduğunuzda çok farklı konularla ve farklı düşüncelerle iç içe oluyorsunuz. Belli bir noktaya ulaştığınızda öğrendiklerinizi ve öğrendikleriniz üzerine geliştirdiğiniz düşüncelerinizi başkalarına iletme, onlarla tartışma ihtiyacı duyuyorsunuz. O zaman da yazmak iyi bir yol oluyor. Tabii bu ihtiyacı konuşarak giderenler de var ama ben konuşmadansa yazmayı daha çok seviyorum.
            - Aldığınız eğitimin yazarlığınıza nasıl bir katkısı var? 

            Şu an yoğunlaştığım çocuklar için felsefi kitaplar yazma çabam açısından aldığım eğitimin kuşkusuz büyük bir önemi var. Ancak yazarlık faaliyetini, belli bir resmi eğitim sürecinin doğal bir çıktısı olarak görmemek lazım. Yazarlık, yoğunlaşılan alanlar bakımından sergilenen bireysel çabalar ve adanmışlıkların bir sonucudur. Yazar denilen kişi, ilgilendiği alanda ne kadar çok okur, araştırır, emek harcarsa, işi o kadar kolay olur. Yazarlığın doğal bir yetenek ya da bir esinlenme işi olduğu önermesi bence son derece kuşkulu. Yazarlık, öncelikle yazdığın konunun ağır bir emekçisi, yorulmak bilmez bir araştırıcısı olmayı gerektiriyor.

            - Çeviriler yaptığınızı, biliyordum. Çocuklarla drama ve çocuklar için felsefe çalışmaları, çocuk kitabı sürpriz oldu. Çocuk edebiyatına olan merakınız nasıl ortaya çıktı?

            Çocukları çok severim. Onlarla aram her zaman iyi olmuştur. Ancak çocuklar için kitap yazmaya, oldukça geç bir tarihte ve bir rastlantıyla başladım. Yakın bir arkadaşımın bir yayınevi kurma deneyimi oldu. Kendisi benden ısrarla çocuk kitapları yazmamı istedi. Sonunda onu kıramayıp birkaç denemede bulundum. Bunların beğenilmesi ve karşılık bulmasıyla birlikte de çocuk kitapları yazmaya yöneldim. Bir felsefeci olarak yetişkinlere felsefe anlatmanın zorluklarını yeterince yaşayınca da çocuklara yönelmeye karar verdim.


            - Özellikle çocuk kitaplarınızı yazarken yaşadığınız kaygılar oluyor mu? Çocuk kitaplarının işlevi olmalı mıdır?

            Günümüz eğitiminin dayattığı teste ve başarıya odaklı sistem, aslında temel bir yanılgı üzerinde şekilleniyor. Bu yanılgı, eğitimi yalnızca bilgi edinme/edindirme süreci olarak ele almaktan kaynaklanıyor. Bu sistem, çocuğu boş bir çuval olarak görüyor ve onun içine olabildiğince çok sayıda bilgiyi, bilgi denilen odun parçalarını tıkıştırmayı hedefliyor. Ben bir felsefeci olarak bundan özellikle uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü felsefeci, insanlara bir şeyler öğretmez. Felsefeci, bilen ve öğreten değil, sorgulayan/sorgulattıran, eleştiren/eleştirten ve insanları farklı yönlerde düşündürtendir. Felsefeyi aşırı soyut bir kavramlar denizine çevirip karmaşıklaştıran ve bu yönüyle bir bakıma istismar eden bazı filozofların tersine olarak, hiçbir büyük filozof, insanlara kendi doğrularını dayatmaya ve öğretmeye çalışmamıştır. Onlar yalnızca belli felsefi sorulara, kendilerince yanıtlar vermiş, bu yanıtları oluştururken nasıl bir düşünme sürecinden geçtiklerini ortaya koymuşlardır. 

            Uzun sözün kısası, eğitim, esas olarak insanlara yeni bilgiler edindirme süreci olarak görülmemeli; eğitimde amaç, aklın ve düşüncenin geliştirilmesi olmalıdır. Günümüzün dijital dünyası bu söylediklerimin bir kanıtı durumunda. Herkes elindeki bilgisayar benzeri telefonlardan her türden bilgiye kolayca ulaşabiliyor. Geometrik hızla artan inanılmaz bilgi hacmini öğrenmeye, ezberlemeye, hatmetmeye ne gerek var? Gerektiğinde onlara ulaşmak hiç de zor değil... Zor olan, bütün o bilgi bombardımanı içinde gerçeği bulmak, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, başarıyı başarısızlıktan ayırabilmektir. Eğitimin bize kazandıracağı asıl yeti, işte bu olmalıdır.

            İşte bu noktada ben çocuklara soru sormanın önemini hatırlatıyorum, çünkü toplum baskıyla onları susturmadan önce bütün çocuklar usta birer soru soruculardır! Neden böyle davranıyorum? Çünkü felsefede asıl önemli olan sorulardır! Felsefenin binlerce yıllık tarihi içinde belli sorulara verilen sayısız yanıt var. Bu yanıtların çoğu, bugün için eskimiş, aşılmış düşüncelerden oluşuyor. Örneğin, büyük filozoflar Herakleitos, Platon ya da Aristoteles'in özgürlük, kölelik ya da kadın hakları konularındaki düşüncelerini bugün yalnızca acı birer gülümsemeyle okuyoruz. "Özgürlük düşüncesinin öncüsü ve bayraktarı" olarak göklere çıkartılan ünlü filozof John Locke, aslında köle ticareti yapan bir şirketin ortağıydı, vb. Felsefe tarihi içinde felsefi yanıtlar sürekli olarak yenilenip yeniden üretilirken, felsefi sorular varlıklarını bugün de sürdürüyor. Demek ki kalıcı olan yanıtlar değil, sorulardır!

            - Bir kitabın konusunu nasıl belirliyorsunuz?

            Kitapların konuları, genellikle çevremde gözlemlediğim sorunlarla ilgili oluyor. Önem taşıdığını düşündüğüm konularda belli bir farkındalık yaratmak için o konularda yazmaya çalışıyorum. Ancak bazen konunun kendisini dayattığı ve "Beni yaz işte!" dediği de oluyor.


            - Bunca üretkenliğinizin temelinde ne var?

            Araştırma ve soruşturma çabalarımın yoğunluğu... Ekmeden biçmek olmaz! Bir yazar ne kadar çok okuyup araştırırsa o kadar çok yazma ihtiyacı hissedecektir. Tabii burada çalakalem, serbest atış halinde, yalnızca aklına gelenleri dizginsizce kağıda döken, sözüm ona yazarlardan söz etmiyoruz. Bazıları her isteyenin, kolayca yazar olacağını düşünüyor. Ama böylesi yazarların on binlerce kitabının yalnızca basıldığını, kitapçı raflarına ulaşamadıklarını da biliyoruz.

            - Size ilham veren yazarlar kimler?

            Yazarken her zaman aklımda olan, kendilerinden çok şey öğrendiğim birçok yazar var. Bunları tek tek saymak elbette olanaksız... Yine de benim için çok özel anlamlar taşıyan bazı adları saymadan geçmeyeceğim: Stefan Zweig, Panait Istrati, Çehov, Maupassant, Sait Faik, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Tolstoy, Kafka...

            - Öykü yazmak öğrenilebilir mi yoksa yetenek gerektiren bir iş midir?

            Elbette öğrenilebilir... Öykü yazmanın tekniği aşağı yukarı bellidir. Bununla ilgili yayınları okuyarak, bazı ünlü yazarların verdikleri ipuçlarını takip ederek işin biçimsel yanı halledilebilir. Ancak asıl sorun, özgün düşünceler ve çözümlerle öykü yazmaktır. Bunun için çok okumak, çok araştırmak gerekir. Ardından tembellik yapmadan yazdıklarınızı defalarca okuyup, sadeleştirmeniz, basitleştirmeniz ve kısaltmanız gerekir. Bunun için de egonuzdan sıyrılıp başkalarının görüş ve düşüncelerine önem vermeniz gerekir. Başkalarından yararlanamayan bir yazarın başarılı olması olanaksızdır.

             - Sizce çocuklar kaç yaşında felsefeyle tanışmalı? Ve neden bu yaşta tanışması gerektiğini düşünüyorsunuz?

            Zihnin bir konuyla ilgili bilgileri karşılaştırması, belirli ayrımlar ya da birleştirmeler yaparak bunların arasındaki bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisine düşünme diyoruz. Düşünme ediminin ürünü olan bilinç içeriğine ise düşünce diyoruz. Kavramlar ve soyutlamalar üzerinden yürütülen yüksek bir düşünce tarzı olarak felsefenin asıl konusu düşüncedir. Bu yanıyla felsefe yapma, değişik düşünceleri ele alma, sorgulama, eleştirme ve temellendirmeden başka bir şey değildir. Felsefenin neliğiyle ilgili yapılabilecek en basit ve en yalın tanım şu olabilir: felsefe yapma, düşünmenin öğrenilmesidir!

            Ne var ki, düşünmenin, öğrenilmesi gereken bir teknik, ustalık gerektiren bir beceri olduğu önermesi, insanlara hem komik hem de saçma gelir. İnsanlar kendilerini bildikleri andan itibaren düşünüp durduklarından, değişik düşünceler üreterek bu düşünceler sayesinde yaşamlarını başarıyla sürdürdüklerinden, kendilerine deli ya da aptal denilmediği için akıllarına ve düşüncelerine güvenmekte son derece haklı olduklarından emindirler. 

            Bisiklet sürme, testere kullanma, örgü örme gibi günlük yaşamla ilgili herhangi bir becerinin; doktorluk, mühendislik, mimarlık gibi bilimsel bir uzmanlığın ya da ressamlık, müzisyenlik, oyunculuk gibi sanatsal bir yeteneğin edinilmesi için belli bir eğitimin zorunlu olduğunu herkes kabul eder. Ama bir teknik ve ustalık olarak düşünmenin öğrenilmesine gelince iş değişir. İnsanlar bu konuda eksikliklerinin olduğunu kabullenmeye ve sıkı bir eğitim sürecinden geçmeleri gerektiğine bir türlü ikna olmazlar.

            Her birey, doğumundan itibaren bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik aşamalarında belli toplumsallaşma ve kültürlenme süreçlerinden geçer. Bu süreçler boyunca yalnızca içinde yetiştiği toplumun düşünsel-kültürel kodlarını, örüntülerini ve davranış kalıplarını benimsemekle kalmaz, aynı zamanda sağduyuya dayalı görgül düşüncenin tuzaklarına sık sık düşerek yüzeysel ve sığ bilinç biçimlerini, düşünce üretimindeki mantıksal tutarsızlık ve çelişkileri, tutarsız ve sığ düşünce tarzlarını da benimser. Böyle olduğu için, yani insanlar doğru ve sağlıklı düşünmeyi bilemedikleri, yalnızca duygularına, basit algılarına ve benimsedikleri toplumsal önyargılara/kalıplara göre düşündükleri için insanlık tarihindeki bilimsel keşiflerin ve devrimci düşünce atılımlarının taşıyıcıları (Sokrates, Abelardus, Galileo, Bruno, Servette, Spinoza, vb.) büyük bedeller ödemek zorunda kalmışlardır. 

            Bu söylediklerim ışığında sorunuza kısa yanıtım şudur: çocuklar konuşmaya başladıktan sonra felsefe öğrenmeye koyulmalıdır, çünkü felsefeyi öğrenme, doğru ve sağlıklı düşünmeyi öğrenmekten başka bir şey değildir. Başarılı bir müzisyen ya da sporcunun yetiştirilmesinde olduğu gibi düşünmeyi öğrenme eğitimine ne kadar erken yaşta başlanırsa, başarı şansı o kadar fazla olacaktır.

            - Erken yaşta verilen felsefe eğitiminin çocuklara nasıl bir artısı olduğunu anlatabilir misiniz?

            Erken yaşta verilen felsefe eğitiminin çocuklara sağlayacağı birçok yarar ve avantaj var. Her şeyden önce çocuk, soru sorma ve sorgulama becerilerini kazanarak dünyaya daha geniş bir açıdan bakmayı öğrenecektir. Böylece kendisine sunulan her türden düşünce, çözüm önerileri ve farklı seçenekler karşısında bocalamayacak, doğru yolu daha kısa sürede ve daha az çabayla bulabilecektir. Felsefe eğitiminin ona kazandıracağı eğitilmiş merak duygusuyla birlikte kendisini ve çevresini daha iyi tanıyacaktır. Buna koşut olarak edineceği olumlu eleştiriler yapabilme becerisi sayesinde kendi düşüncelerini daha rahat, daha güvenli, daha sağlam bir biçimde  temellendirebilecek ve savunabilecektir. 

            Felsefi eğitimin çocuğa kazandıracakları bunlarla sınırlı değil elbette. Bu  saydıklarımdan daha önemli kazanımlar da söz konusu olabilecektir. Farklı düşünceleri sabırla dinlemeyi, onları sorgulamayı ve eleştirmeyi öğrenen çocuk, bu yolla birçok yeni beceri ve yetenek kazanacaktır: başkalarına ve onların düşüncelerine tahammül etmeyi, onları hoşgörmeyi ve giderek onlarla empati kurma becerisini içselleştirecektir. Felsefi eğitim sayesinde kendisine yönelik her eleştiride kötü niyet ve düşmanca bir çaba aramaktan vazgeçecek, eleştirinin yararlı dinamizmini keşfedecektir. Başkalarını ve onların görüşlerini sabırla dinlemeyi öğrendikçe kendisine olan güveni artacak, intikamcılık, mızıkçılık ya da şımarıklık yapmak yerine kendisine yönelik eleştirilerle nasıl başa çıkabileceğini öğrenecek, hatalarını kabullenmeyi ve onları birer yenilgi olarak görmeden ilerideki zaferlerinin basamakları haline getirmeye alışacaktır.

            Kısacası, felsefi eğitim onu kendine güvenen, hoşgörülü, empati duygusu gelişkin, bağışlayıcı, sevecen ama bir o kadar da güçlü bir kişilik haline getirecektir.

            - Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırma sürecinde anne babalara, öğretmenlere ve yazarlara düşen sorumluluklar nelerdir?

            Çocuklara okuma alışkanlığının kazandırılmasında esas görev anne ve babalardadır. Bu iş, çocuk okula başlamadan önce halledilmelidir. Evde anne ve babası kitap okumayan bir çocuğun kitap okumaya alışması çok ama çok zordur. Çocuklar küçük yaşlardayken esasa olarak taklit ve öykünmeyle öğrenirler. Anne babasının zevk alarak kitap okuduklarına tanık olmayan, onlarla birlikte bu zevkin tadına varmayan bir çocuğun kitap okuma alışkanlığı edinmesi çok zordur. Anne babalar kitap okurlarsa ve zaman zaman çocuklarına kitap okurlarsa, çocuk kitapları sevecektir.

 Fotoğraf Galerisi:

Yorumlar

  1. Özgür Sinanı pek çok yönüyle tanıtan son derece akıcı bir çalışma olmuş emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. özgür sinan bey merhaba birgün tanışmak dileğiyle felsefe yani gerçekçi düşünce bilginin yön verici ok işareti dir ben hiç eğitim almadım ama yaşayarak fülozoflaştım fazla kitap okuyamadım. Ama kendimi bir şekilde geliştirdim.Felsefe karakterimde var kendimi tanıtırken felsefeci bir kişi olarak tanıtırım öyle ki fikir özgürlüğü olduğunu düşşündüğüm bir yorumdan dolayı yargılanırken savunmamda yorumum kamu yararınadır hakaret barındırmaz diye savunma verdim hakim sakince sordu ne gibi bir kamu yararı var. Ben böyle yorum yapınca savcılar hakimler acaba biz gerçekten böylemi yapıyoruz diye düşüneceklerdir burdada kamu yararı vardır dedim.tabi ortalık karıştı hakareteen yargılanıyorsun hemde hakim ve savcılara tetikçi demişsin dedi ..zaten öyle görünüyor burda hakaret yok fikir özgürlüğü kapsamındadır dedim ve bu davada bakanlık soruşturma izni vermedi düştü dava. Demem şu ki savunmamda felsefi gerçekliği tüm mahkeme heyeti aslında kabul eti ama iktidar baskısıyla topu bakanlığa atı oda izin vermedi.felsefe duraklama çağında her ne kadar ben yırtıysamda felsefe duraklama çağında en azında ülkemizde.Sizleri tanıdık az da olsa yazıyı hazırlayan yazara da selam olsun. Ne cehenemden korkarız nede ateşinde korktuğumuz şey insanların nefretle baktığı birisi olmaktır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hekimhan - Basak Köyünde Kış Yarısı Geleneği Kuşaklar Boyu Yaşatılıyor.

AĞ TOPRAK ; BİR HEKİMHAN ÖYKÜSÜ

Malatya Hekimhan İlçesi Dursunlu Mahallesinde Dört Yüzyılık Ceviz Ağacı.