AZİZ MOR AHRON KADİM SÜRYANİ MANASTIRI Baskil / Elazığ Bir Yol Hikayesi
Mor Ahron manastırı
Adıyaman ve çevre illeri Süryani kadim Metropolitliği ( Mor Petrus Mor Pavlus Kilisesi )Metropolit Melki Ürek'le 2018 tarihinde Malatya / Yeşilyurt Barguzu'da Yusuf Kendirli'ye ait 370 yıllık kızılcık ağacı altında yapılan bir sohbette tanışmıştık. Bir öğretmen olarak o güne kadar Süryaniler hakkında hiç bir bilgim, ne yazık ki yoktu.
Yusuf Baygit
Bu sohbette Türkiye'de ve Dünyada Şam Çeliği (Damascus)tan yaptığı kılıç, bıçak ve sanat eserleriyle adından söz ettiren Malatyalı Süryani Yusuf usta vardı. Daha sonra Oğlum Oğuzhan Demirtaş'ın yönetmenliğini yaptığı "Demirci Yusuf" belgeseli ile Süryanileri tanımaya başladım.
Her yıl 15 Ağustos'ta kutlanan Meryem Ana'nın Göğe Yükseliş Günü Bayramına, Metropolit Melki Ürek'in davetlisi olarak Elazığ Harput'ta, Tarihi Meryemana Kilisesine oğlum Oğuzhan'la birlikte katıldık. Oğuzhan da ayinin fotoğraflarını çekmişti. Böylelikle ülkemizde yaşayan Süryanilerinden Harput'ta bayrama katılanları görmüş oldum ve ayinlerini izledim.
Fotoğraf: Oğuzhan Demirtaş 15Ağustos 2018 Metropolit Melki Ürek
"Süryaniler, Petrus'un şekillendirdiği itikadı çizgide ekümenik (evrensel) Antakya Patrikhanesi'ne mensup olan, bugün de tarihi Antakya Patrikhanesini temsil ve devam eden, Hristiyanlığın en kadim halklarındandır. Süryaniler tarihte Aramiler olarak adlandırılır ve Mezopotamya’nın (Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu alan) yerli kavimlerinden biridir.
Aramiler M.Ö. 3500 yıllarında Sivas, Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Adıyaman, Maraş, Antep,Adana, Mersin, Urfa, Mardin, Nusaybin, Hama, Humus, Halep, Şam(Kutsal Kitap, II. Tarihler 16:2) vb. şehirlerde krallıklar kurdular.
Selçukluların Anadolu’ya gelişinden sonra Süryaniler tam bir güvene kavuşmuş, sadece Müslüman-Türk tebaa değil, sultanlar da bu mağdur insanlara şefkat ellerini uzatmıştır.
Selçuklu sultanlarının Süryani patrikleriyle kurdukları dostluklar bu halkın tarih boyunca Türklere minnettar kalmasına vesile olmuştur. Süryani halkı Türk yönetimini öylesine benimsemiştir ki I. Kılıçaslan’ın ölümü üzerine kiliselerinde aylarca yas tutmuşlardır.
Süryaniler arasında ilmî yönüyle de şöhret kazanan Patrik Mor Mihayel Rabo’nun eserlerinde(chronografia) Kılıçaslan ve Türk yöneticilerinden sitayişle bahsetmesi, Selçukluların tarihini ilk yazmalarıyla; Süryanilere bu memnuniyetinin önemli delillerindendir. Selçuklu hâkimiyetinde bütün gayri Müslim tebaaya bahşedilen güven ortamı altı yüzyıl boyunca
Osmanlı Devleti’nde de devam etmiştir.
Harput/ Elazığ Kadim Süryani Meryem Ana kilisesi .( Adıyaman ve çevre illeri Süryani Metropolit Melki Ürek'in davetlisi olarak Malatya'dan giden arkadaşlar )
Osmanlıların son dönemlerinde Emperyalist devletleri Osmanlı imparatorluğunda yaşayan Hıristiyanların koruyuculuğunu soyunmuş, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaya başlamış, yıkılışı hızlandırmak için azınlıkları çeşitli vaatlerle tahrik etmiştir. Bazı örgütlü Osmanlı yurttaşı Rumlar , Ermeniler, hatta Müslüman Araplar bu tahriklere kapılarak devlete karşı cephe almışlardır. Süryaniler ise hiçbir zaman bu kışkırtmalara itibar etmemiş, devlete bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Birinci Dünya paylaşım savaşında Osmanlı devletinde de yüzlerce yıldır birlikte yaşayan Hıristiyanlar, Müslümanlar çok acılar yaşamış. Milyonlarca insan bu savaşta ölmüş, anayurtlarından sürgün edilip çıkarılmışlardır.
Süryaniler Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal’i ve Ankara hükumetini destekledikleri gibi Lozan’da teklif edilen azınlık statü ve haklarına da iltifat etmemişlerdir. Günümüzde Süryaniler. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik hukuk sistemini benimsediğinden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları etnik köken ve dinî inanç farklılığı gözetilmeksizin eşit kabul edilmektedir. Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında Süryanilerin bir kısmı büyük şehirlere, özellikle İstanbul'a göç etmiştir. Süryaniler TDV İslam Ansiklopedisi"
Süryanilerden bazıları ülkemizde doğu ve güneydoğuda terör olaylarından ve ekonomik nedenlerden dolayı köylerinden yurt dışına özellikle Avrupa ülkelerine göç etmişlerdir.
***
Bu masal gibi güzellikteki tarihi Mor Ahron manastırı ile Adıyaman Süryani Kadim Metropolitliği İnternet sayfasında Dr. İshak Tanoğlu 'Aziz Mor Ahron Manastırı' yazısı ve Adıyamanlı Süryani yazar Muzaffer İris'in "Adıyaman Süryani Tarihi-Soğan Kabukları "kitabında okumuştum. Yaptığım araştırmada bu manastıra gitme arzusu duydum.
" MAR AHARON MANASTIRI
Konum
Manastır, Firat Nehrinin sağ kıyısının 700 metre üstünde, Berete Dağının zirvesinde (1386 metre)yer almaktadır. Az aşağısında, Fırat üzerinde Masara Kalesi’nin kalıntıları bulunmaktadır. Burada Selçuklu sultanı I. Kayka’us oğlu I. Ala`al‐din Kaykubad’u 1211 ve 1221 yılları arasında hapis tutmuştur.
Tarih
Saruglu (bugün Suruç/Urfa) Mar Aaron’un efsanesi sözde öğrencisi olan Paul tarafından aktarılmıştır.
Paul bir Yakubi rahipi olup, Singar’da (Kuzey Irak) dünyaya gelmiş ve büyük bir olasılıkla 337 yılında vefat etmiştir. Tanrının emriyle Mar Aaron’un Ermenistan’da Melitene’ye gelmiş olduğu ve bu kentten yola çıkarak kutsal dağa (Berika/Berete) tırmanmış olduğu söylenmektedir. Dağa çıkışı öyle
tehlikeli olduğundan dolayı tanrı ona iki tane arslan göndermiş ve bunlar Mar Aaron’a yardımcı olmuşlardır. Bu dağda üç yıl boyunca büyük yoksunlukta yaşamını sürdürmüştür. Lakin birçok hacı bu
dönemde onu ziyaret etmiştir. Dağda su olmadığından dolayı bir eşek (daha sonra bir ayı) ona Fırat’tan suyu taşımıştır. Daha sonra yine tanrının emriyle aziz kişi yine dağı terk etmiş, Fırat’ı geçmiş ve birkaç saatlık yürüyüş yolu uzaklığındaki bir mağaraya yerleşmiştir. Burada iblisleri kovmak durumunda kalmıştır.
Bu noktada bir manastır kurulmuştur. Bu manastır bölgenin kilise tarihinde büyük bir önem taşımaktadır. Yaklaşık 1000 yılında ünlü Mar Yuhanna Marun, Bar Gagi Manastırını terk ederek burada dört yıl yaşam sürmüştür. Camiadan V. Athanasios patriği 987 yılında ve birçok piskopos ziyaretine gelmiştir. Patrik VI. Athanasios burada defnedilmiş ve VIII. Athanasios döneminde manastır bir piskopos mekanı seviyesine çıkarılmıştır (1138).Kutsal efsaneye göre iki tane manastır varlığını göstermiştir. Kutsal alan üzerinde yer alan ve günümüze kilise döneminden kalıntıları ulaşmış olan ile diğer kısmen mağaralarda yer edinmiş Fırat nehrinin karşı kenarında yaklaşık 30 km uzaklıkta yer almıştır. Lakin 7.Yüzyıldan sonraya ortaya çıkmış olması gereken kutsal efsane, 9./10. Yüzyılda taklit edilmiştir. Böylelikle ikinic bir manastırın varlığı kanıtlanmaya çalışılmıştır. Bu konuda metinlerde tutarsızlıklar mevcut olup, kimisi iki yerine gerçekte
sadece bir tane manastırın varlığına inanmaktadır. Manastırın 9./10. Yüzyılda kurulmuş olduğu olasıdır. Bu Bizanslıların Suriyeli Hristiyanları Melitene’ye getirttikleri dönemdir. Bilinmedik bir zamanda bu Ermeniler tarafından üstlenmiş, ama çok uzun bir süreden beri kullanım dışı kalmıştır. Onun yerine burası bir haç durağı haline gelmiş ve manastırın
kullanımından sonra oldukça uzun bir süre işlevselliğini korumuştur. Birçok hastalıkta sağlık vermesiyle ve genç kızların hayırlı bir eş arayışında yardımda bulunmasıyla bilinmektedir.
Tanımı
Manastır’dan günümüze kalan sadece Mar Aharon kilisesinin kalıntılarıyla bir su sarnıcıdır. Bununla ama daha derinde yer alan Ziyaret bağdaştırılmıştır.
A. Mar Aharon Kilisesi
Mimari
Oldukça güçlü duvarlara sahip, tek uzunlamasına bölümlü büyük bir kilisedir. Beşik tonozu iki tane kemer ile güçlendirilmiştir. Kemerler Pilsterler üzerinde yükselmektedir. Bu pilasterler fazla derin olmayan yan nişlerini sınırlandırmakta ve bu nişlerin üst yanı bir kemer ile sonlanmaktadır. Kenar
köşelerinde kemerlerin yanlarına doğru ışık açıklıkları mevcuttur. Dar alter mekanı iki derin yan nişlere sahiptir. Yarım daire formundaki Apsis üç adet dar pencerenin izini göstermektedir. Kuzey ve
güney yanlarındakiyle doğu köşesindeki kuleler ile yapı güçlendirilmiştir.
Boyamacılığı Apsis’te halen yoğun bir şekilde tahrip edilmiş duvar resimlerinin kalıntıları gözlemlenmektedir.
Burada resmedilmiş olanlar kilise büyükleri olmuş olabilir.
Tarihlendirme
Yapı tipik bir Suriye formunu taşımakta ve büyük bir olasılıkla 10. Yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş olmalıdır. Sonraki dönemlerde ise birçok yenileme yapılmıştır yapıda.
1. Doğu ve batı duvarları için kısmında eklentilerin kalıntıları tespit edilebilinmektedir. Doğuda bir
kemerin kalıntıları ve batıda bir başka kemerin var olmuş olduğunu ispatlayan trapez formunda bir
kaide bulunmuştur.
2. kilise duvarlarının güçlendirme yapımının izleri görülmektedir. Bunlar bir kale oluşumuna hizmet
vermişlerdir: a. yan duvarlar yükseltilmiştir (duvar yapısındaki farklılıklar belirgin bir şekilde
görülmekte), b. kuleler eklenmiştir. Belirgin bir şekilde bunların duvarlarının kilise duvarlarına bağlanmadığı tespit edilmektedir. Bu yenilemeler tam olarak tarihlenememektedir. Kullanım amacının kiliseden kaleye değiştirilmesi bu
bölgede genelde 17./18. Yüzyılda Kızılbaş istilalarından korunmak için yapılmıştır. Büyük bir olasılıkla çalışmalar, kiliseyi mülkiyetlerine geçirmiş olan Ermeniler tarafından yürütülmüştür.
B. Manastır Yapıları
Bütün herşey, bir su sarnıcı dışında kaybolmuştur. Bu su sarnıcı platonun güney yamacında yer almaktadır. Üst kapatılmış ve 10 x 3 metrelik ebata
sahiptir. Bu da manastır yapısının oldukça büyük olduğunu göstermektedir.
C. Abdulvahhab Gazi’nin Ziyareti
Kişi Seyyit Battal döneminden bir kahramandır. O Seyyit Battal’ın korumalarından birisi olduğu söylenmekte ve Sivas’ta şehit olmuştur. Ayrıca deniliyor k ibu kişi Gazi Danişmend’i seferlerinde
destlemiş ve Gazi Danişmend’e rüyalarında önemli bilgiler verdiği inanılmaktadır. Erken hikayelerde bu kişi hakkında bir belirti bilinmemektedir. Ayrıca mezarının da nerede olduğu belirtilmemiştir.
Selçuklu döneminde veya Osmanlı döneminde bu efsanevi kahramanın efsanevi kutsalın Mar Aaron’u onurlandırmak için bölge halkının arasında soyut olarak varlığını göstermiş olması gerekmektedir.
Tanımlama
Bir duvar ile kapatılmış bir mağaradır. Bunun içinde kahramanın boş mezarı yer edinmektedir. Iki yanında da bekçi ve ziyaretçi için oturma yerleri mevcuttur. Kurbanları bağlayıp, kurban etmek için de
bir yeri vardır." Alıntı (Hüseyin Şahin Malatya Müzesinde Arkeolog)
***
Dr. İshak Tanoğlu bu yazısında "Aziz Mor Ahron Manastırı Elazığ ili, Baskil ilçesi, Suyatağı köyü, Işıklar mezrası sınırları içinde yer alan Muşar-Berika-Mukaddes-Kilise-Musiro Dağı üzerinde (1386 mt) 329 yılında inşa edilmiştir. Aziz Mor Ahron, Süryani kâhinidir ve Urfa’nın Suruç kazasında doğmuştur (M.S 219). 56 tane mucizesi olduğu için Aziz MorAhron olarak anılmaktadır. Öğrencilerinden Pavlus, efsanevi hayatını kaleme almıştır. Bu yaşam öyküsü Süryanice,Fransızca, Arapça, Türkçe ve benzeri birçok dile çevrilmiştir.Aziz Mor Ahron, Roma İmparatoru I. Konstantin’in hasta kızını iyileştirmiş, buna istinaden İmparator, Aziz Mor Ahron’a imparatorluğunun yarısını teklif etmiştir. Mor Ahron ise Büyük Konstantin’den kendisinin yaşadığı kutsal dağ üzerinde bir manastır inşa etmesini rica etmiştir.Manastırın inşa edilme tarihçesi böyledir:
Mor Ahron Manastırı büyük bir manastır olarak inşa edildi. Günümüzde gördüğümüz yapı,manastırın kilisesi ve sarnıçlarından oluşmaktadır. Diğer bölümleri günümüze ulaşamamıştır.
Aziz Mor Ahron bir Süryani kâhinidir, manastır ise Süryani manastırıdır. 18. yüzyıla kadar aktif olduğu bilinmektedir. Süryani mafiryanları: Lozor, Abul Farac ve kardeşi Barsavm manastıra yakın bir yerleşim olan Ebroludurlar (Kadıköy-Kuşsarayı).Mafiryan Lozor’un takdis töreni 1143 yılında Mor Ahron Manastırında yapılmıştır. 1246 yılında Gubas metropoliti olan ve bu bölgenin insanı olan Abul Farac bazı eserlerini burada yazdığı ifade edilmektedir. Bu manastır o yıllarda Gubas Metropolitliğine bağlıydı.Patrik Afrem Barsavm 1088-1289 yılları arasında bu manastırda 6 metropolit yetiştiğini yazmıştır. 28 Mayıs Aziz Mor Ahron’un ve dolayısıyla manastırın günüdür. Süryani kilisesi bu günde Mor Ahron bayramını kutlar. Günümüzde Mor Ahron bayramı üzerine yazılmış husoyo bulunmaktadır. (Husoyo: Bayramlarda okunan uzun aklanma ve bilinç duasıdır) "
Battalgazi- Malatya'dan / Baskil - Elazığ Feribotla geçiş.
AZİZ MOR AHRON MANASTIRINA YOLCULUK
Malatya'da sabah güneş solgun ışıklarını yaymaya başladığında Mor Ahuron Manastırına gitmek için 14 Mayıs 2020 tarihinde üç arkadaş yola çıktık...
Bu masal gibi güzellikteki tarihi Mor Ahron Manastırına Elazığ-Baskil tarafından değil de, Malatya Battalgazi güzergâhı daha yakın olduğunu öğrenmiştim.
Muşar dağındaki Mor Ahron manstırı Mülki idare bakımından Elazığ'a ve ilçesi Baskil'e bağlı olsada oralara çok uzak. Baskil'e 60km, Elazığ'a 100 km kadar mesafede. Malatya' ya çok yakın burnunu dibinde 30 km ...
Ulaşım Malatya'nın Battalgazi ilçesinde bulunan saat başlarında Karakaya Baraj gölünde Atabey Köyü İskelesinden hareket eden Feribotla saat 09.00'da Baskil - İmikuşağı Köyü iskelesine geçtik. Yaklaşık yolculuğumuz 25 dakika sürdü.
Korona virüs salgınından dolayı boğazın iki yakasında güvenlik önlemleri alınmış. Jandarma kimlik kontrolü yapıyor. Malatya tarafında görevli sağlık memuru her yolcunun ateşini ölçüyordu. Güverteye çıktık, göl masmavi rengiyle İstanbul boğazını andırıyordu.
İmikuşağında yol kenarında iğde ağaçlarının kokusunu bülbüllerin türkülerini dinledikten sonra, sebze tarlaları, kayısı ağırlıklı meyve bahçelerinin arasında rota üzerinde bulunan baraj kıyısındaki Şeyh Hasan Köyüne (Şıh Hasan-Tabanbükü) uğradık.
1987 yılında Karakaya Barajı altında kalmış olan köyün türbe ve mezarlarının bir kısmı yeni yerlerine yerleştirilmiştir. Köy adını Şeyh Hasanlı adlı aşiretten alır. Şeyh Hasanlı Aşireti Irak ve Horasan üzerinden gelerek yerleşmiş bir Türk Alevi Ocağı ve Aşiretidir. Bu ziyaretler özellikle Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Yesevi dervişlerinin kabirleri olup, yöre halkı tarafından yoğun olarak ziyarete konu olmaktadır. Selçuklu dönemi mezar taşları, Şeyh Ahmed Dede türbesi, Derviş Ali, Kul Mustafa'nın kabri. Teslim Abdal türbesi görülüp Cemevinde dinlendikten sonra
Bakanlık tarafından kahverengi bir levha bile dikilmemiş unutulmaya terk edilmiş ıssız tarihi eserlerden biri. Yolu önceden edindiğimiz bilgiler ve içinden geçtiğimiz
Bilal uşağı köyü, bakkalından ekmek su alıp, güzergâhı teyit edip yolumuza devam ettik. Kayısı bahçelerinin arasından geçerek bozkırda yılan gibi kıvrılan yollardan ilerleyince yaklaşık 15 dakika sonra bir köprüyü geçer geçmez sağa döndük. Eski adı Kozan, Közük (Işıklar) köyünden geçip, Beyrik( Bayrık)köyünün hemen girişinde mermer ocağı yoluna girdik. Artık asfalt bitmiş, stabilize yolda yarım saat arabamızla tırmandık. Yol tabelasında Çince'de yazan mermer ocağına varmadan sola yeni açılan yola girdik. Yol bitince Muşar dağının altında arabamızı bıraktık. Arkadaşımız Hüseyin rahatsızlığından dolayı arabanın yanında kaldı.
Gazeteci kadın arkadaşla elimizde bulunan asa şeklindeki sopa dayanarak Manastıra doğru yürümeye başladık. yaklaşık 2-3 saatlik bir tırmanış için patika yollardan keyifli bir yürüyüş yaparken bir tilki Meşe ağaçlarının arasından çıkan bir tilki yıldırım gibi derenin içerisindeki mağaraya doğru uzaklaştı. Mor Ahron Kilisesinin üzerinde göğün maviliklerinde uçan kartallar tilkiyi gördü. Ve onun üzerine doğru uçmaya başladılar. Koyun sürülerinin iz yaptığı çılga yolu takip ederek yolumuza devam ettik.
Youtube, Facebook'ta paylaşımları ile tanınan, Azet bibi- Sahil-Deniz rumuzlu , kadın gezgin gazeteci arkadaşla güneş altında sürekli yükselen bu dağ çıkışı yorucu yolculukla renge renk çiçeklerin, papatyaların, gelinciklerin,
yemyeşil otların arasında sığır, davar çobanlarıyla selamlaşarak, fotoğraflarını çektik. Sırtımızda çanta ve makinelerimiz elimizde asaya benzer bir sopayla sohbet ederek yürüyüp tepeleri bir, bir geri bırakarak, tertemiz havayı soluyarak ara sıra mola verip ilerledik. Balık sırtını andıran zirveye yaklaştıkça nefesimiz daralıyor, ayaklarımızda derman tükeniyordu. Nihayet zorlu ve zahmetli iki saatlik tırmanıştan sonra masmavi beyaz bulutlar içinde nihayet masal kiliseyi gördük. Manastırın güneyindeki düzlükte o eski dönemlerden kalma bir mezarlık varmış. Defineciler talan etmişler. Şimdi beyaz zambaklar tarlası olmuş . Belki de binlerce yıl açarak geçmişe sahip, doğayı da süslüyordu...
Manastır, kartal yuvasını andıran görünümü ve görkemiyle bizi karşılıyordu.
Bir taştan ötekisine, kayadan kayaya manastıra doğru elimizde yürüme bastonuna dayanarak tırmanıyoruz. Manastır yolculuğumuz zorlaştıkça, amaca ulaşma isteği o denli şiddetleniyor. Vücudumuz yorgun, soluğumuz kesik ... İşte bu halde ulaşıyoruz tarihi ve kutsal manastırın harabelerine...
Manastır, şimdi karşımızda harap yorgun, delik deşik duvarları, sökülmüş taşları ile ‘yıkılmadım ayaktayım’ dercesine tüm ihtişamı ile yaşamaya çalışıyor. Manastırın içi, kubbesi delik deşik edilmiş. Defineciler büyük zarar vermişler. Daha önce sunağı da bulunduğu söylenen freskleri kazınmış. Taşlara isimler yazılmış. Ateşler yakılmış…
Bir çok tarihi eserlerde olduğu gibi bu manastırda da devine avcılığı yapılmış, yüzlerce yıldır hizmet veren manastırın sırf birkaç parça altın ya da gümüş, dinsel objeler, yazıt uğruna harabeye çevrilmiş. Hoş bu güne kadar bulunmuş bir şey de yoktu. Bu topraklarda çalışmadan, üretmeden tarihi eserleri yağmalayarak bir başkasının malını gasp etme yoluyla zenginlik hayalleri kurulmaya devam ediliyordu. Mor Ahronun başına gelenlerde böyleydi ...
Yüzyılların izini duvarlarında taşımayı sürdürüyor, kartal yuvasında tarihe tanıklık ediyor. Muzaffer İris ‘Sabro’ dergisinde yazdığı “Mor Petrus’tan Turabdin’e bir yol hikayesinde” bir paragrafta: Ben Süryanileri bu manastıra benzetirim. Hep saldırıya uğramış, parçalanmış, dünyanın dört bir yanına yayılıp dağılmış, yok olmakla beraber hala dimdik ayakta direnmeye çalışan bir halk olarak görüyorum. Bu nedenle bu manastırın fotoğrafını kitabımın kapağına kullanmıştım” diyerek gerçek duygularını dile getirmiş. Bu bilgiler manastıra gitmeme sebep oldu desem yeridir.Bir taraftan sohbet ederken Fotoğraf makinemizle de onlarca fotoğraf çektik, kameraya aldık.Dağın zirvesine kurulmuş, tek başına bir yapı bu uzaklık ve tek başınalık, o tanrısal inziva hayatını akla getiriyor. Çünkü Süryani bilgeler mabetlerini kalabalıklardan uzak, sessizliğin ve ıssızlığın ortasında Tanrı ile baş başa kalmak istemişler. Ondandır yüce dağların, zirvelerini mesken tutmalarının sırrı...
Malatya'nın Hristiyanlık tarihinde önemli bir yeri var. Malatya Patriklik merkezi olmuş. Hristiyanlık çevre illere buradan yayılmış… Hekimhan’da bulunan Selçuklu dönemi Kervansarayın kitabesi üç dillidir: Süryanice, Ermenice ve Selçuklu Arapçası. Günümüzde de Malatya’da 15-20 Süryani ve Ermeni aile yaşamaktadır.
Kartal yuvası Mor Ahron’dan Malatya, Kale, Akçadağ, Yazıhan, Hekimhan, Arguvan, ve Arapgir'e kuşbakışı bakabiliyorsunuz. Hatta Munzur dağlarında görünüyor.
Malatya ovası baraja kadar olan kısım yeşil sofra bezi serilmiş gibi, Beydağ’ının etekleri ise Asbuzu bağları betonlaşmış gri bir sofra bezi serilmiş çöl gibi görünüyordu.
Fırat nehrinin Keban'dan Kömürhan köprüsüne kadarki uzantısı Muşar dağın etrafında bir hilal gibi çiziyor. Daha sonra yapılan Karakaya baraj gölü ile Muşar dağının etrafında İstanbul boğazını andıran büyük bir göl manzarası ile çevrili ... Bulunduğu konum itibariyle eşsiz manzarası, güneşin doğuşu ve batışıyla da ziyaretçilerini kendine hayran bırakmaktadır.
Güneş dağların arkasında yavaş yavaş dinlenmeye çekiliyordu. Kiliseden ayrılırken hava yeni kararmaya başlamıştı. Bu topraklarda yaşayan Kadim Süryani Halkının niyetine çantamdan çıkardığım kalın bir mumu yakıp kilisenin bir penceresinin önüne bıraktım.
Geldiğimiz yerden aşağıya giderken arkamızı dönüp tekrar kiliseye bakınca yanan mum kilisenin içinde mistik bir görünüm veriyordu. Mum ışığı yıkık taş duvarların üzerinde titriyordu. Işık sesini arıyordu. İnsanları, gözlerden uzak, yüksek dağların bağrında kaybolmuş bu muhteşem mabedi böylesine büyük bir inatla defalarca yeniden kurmaya iten şey neydi? İnanç…
Hristiyanlıkta mum, ışığı ile karanlığın hükmüne son veren dünyanın ve yaşamın ışığı kabul eden Mesih İsa’yı simgeliyormuş.
Bugün soluk soluğa ziyareti sonlandırıp Mor Ahron’u gizleri, söylenceleri ve gerçekleriyle o dağın başında bırakıp dönüyoruz. Binlerce yıldır manastırın bahçesinde açan beyaz zambaktan dört kök söküp yanıma aldım. Barguzu'daki bahçemde Mor Ahron zambağını da yetiştireceğim...
Dini Terminolojisinde, zambak çiçeği anlamı: "Zambak kadim mitolojilerde kendine yer bulur. Saflığı, gücü, asaleti ve doğurganlığı simgeler. Zambağın Hristiyanlıktaki önemi büyüktür. Özellikle beyaz zambak, iffet ve erdemi temsil etmektedir. Bu nedenle Hazreti Meryem’in çiçeği olarak bilinir. Dini günlerde, törenlerde ve kutlamalarda sık kullanılır. Bazı
türlerinin üç yaprağı, teslis inancını simgeler."
Feribota akşam yedi saatleri feribotun güvertesinde yorgun argın otururken. Akşam güneşi yavaş yavaş dağların arasında kayboluyordu. Bu, gün batımını çekmek için defalarca deklanşöre basarak bu anı kaçırmak istemedik. Dini yapıları gezmeyi seven birileri değilseniz bile net bir şekilde diyebiliriz ki Mor Ahron Manastırı gördüğünüzde size tam bir görsel şölen yaşatacak. Çok fazla mı, ulaşım aracı kullanmak zorunda kalacağım, diye sizi korkutmasın! Yine olabildiğince minimum araç kullanarak bolca yürüyebileceğiniz bir yer. Doğaseverleri, hem de fotoğraf tutkunlarını fazlasıyla tatmin edecek bir gezi rotası. Çarpıcı görselliğe sahip rota boyunca, teleskop, dürbün, fotoğraf makinenizi hazır tutmanızı tavsiye ederiz. Eğer kendi aracınızla seyahat ediyorsanız uzun mesafe yürüyüşler konusunda sağlık problemi gibi herhangi bir engeliniz yoksa tabii. Manastırın ihtişamlı manzarasının keyfini sürebilirsiniz. Tehlikeli olabilecek tırmanış alanında tedbirli bir çıkış gerektirmektedir. İçme suyunuzu alın ve mevsime göre giysi giymek gerekir.
Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca 2019 yılında sit alanı kapsamına alınan, adeta bir kültür hazinesi niteliğindeki manastır, yapılacak bir restorasyon çalışmasıyla turizme kazandırılmayı bekliyor. Bölge halkının buranın restore edilerek Baygit köyü üzerinden yeni yapılan yolun asfaltlanması arabaların en son gittikleri yere Muşar Dağı'nın eteğine bir tesis yapılması insanların gelip dinlenebileceği ve ziyaret edilebileceği turizme kazandırılmasını istemektedirler.
Göl ve çevresi de muhteşem güzellikler ve manzara barındırıyor. Buraları korumak, planlı gelişmesini sağlamak, kontrollü ve korunaklı bir şekilde turizme açmak için, Malatya, Elazığve Türkiye için değil dünya turizmi açısından da önemli kazanım olacaktır. Youtube'da "Sahil Deniz" Mor Ahron Kilisesi'nin videosunu izleyebilirsiniz.
Fotoğraf yazı: Fikri Demirtaş
Fotoğraf Galerisi
Üç dilli Kitabe Ermenice, Arapça, Süryanice
Hekimhan Taşhan Üç Dilli Kitabe
Yorumlar
Yorum Gönder