Sonbaharda Divriği Gezisi
Bazı yolculuklar vardır, unutulmaz… Yolculuğun içinde hikayeler, maceralar varsa anlata anlata bitiremez de insan… İşte böyle bir yolculuğu o günkü ruhumla paylaşmak istiyorum…
Aşkın, ayrılığın ve hüznün mevsimi sonbahar... Ekim ayının gelmesiyle kendini daha da iyi hissettiriyordu. Psikolog arkadaşım Kerime Hanım yoğun çalışma temposunda sıkılmıştı. Çocukluğu, genç kızlığının geçtiği Sivas -Divriği’ni, yıllar sonra yeniden görmek istiyordu.
Kerime Hanım, hayatın yarattığı stresten, günlük sorunlarımızdan, geleceğe dönük kaygılarımızdan, geçmişe dair pişmanlıklarımızdan, stresörlerden ve depresif ruh halimizden uzak kalmanın, sıyrılmanın en iyi yöntemlerinden biri de seyahate çıkmaktır.
Bazı danışlarına önerdiği seyahate çıkma terapisini bu kez kendisi uygulamaya karar vermişti. Doğa iyileştiriciydi. Buna emindi... Beni arayarak Divriği’ye birlikte gitmek isteğini bildirdi. Bende birlikte güzel anı tarih ve kültür gezisi olacağını Ulu Camiyi merak ettiğimi söyledim.
Malatya Tohma Köprüsü
Edebiyat dalında Nobel ödülü olan Şili’li şair/yazar Pablo Neruda yazdıklarımı ne de güzel özetliyor;
Yavaş yavaş ölürler,
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörü bırakmayanlar,
Yavaş yavaş ölürler,
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Gezmek, seyahat etmek, tatile çıkmak en az yemek, içmek kadar vücudumuz ve ruhumuz için gerekli ve asla lüks değildir. Yorgun ekim güneşi Beydağ’ından başını uzatınca Malatya’dan yola çıktık...Arapgir üzeri gitmeye karar verdik. Sivas yoluna girdikten 30-km sonra yolumuz Yazıhan’dan ayrıldı. Etrafta uçsuz bucaksız bozkır, ara sıra bir ufacık köyler, uzaktaki tepelerde. Bu manzara eşliğinde yol aldık.
Cep telefonunda TRT dinle müzik programını açtık yol boyunca halk müziği, Sanat müziği , Enstrümantal( sözsüz) müzik dinledik. Konuştuk sohbet ede ede yol aldık. Yol boyunca geçtiğimiz köylerde ki bahçelerde ki kızıl, sarı kahverengi yapraklı ağaçlar görsel şov sunuyordu.
Arapgir-Divriği yolu iyice ıssızlaştı. O kadar ki 10 dakikada bir,
başka bir araba görür olduk. Sanki ne kuşun ne kervanın uğradığı bir bilinmeze
yol alıyorduk. Bu sırada yolun rakımı da virajları da artmaya başladı. Birkaç
yerde geçit tabelası gördük, 1800m-2000m arası rakımlar yazıyordu üzerlerinde.
Arapgir ile Divriği arasında yolun solunda buz gibi suyu akan çeşme başında
arabamızı durdurduk. Kerime hanımın akşamdan kendi eliyle yaptığı poğaça,
pasta, yerli domates ile kahvaltı yaptık. Termosta çay içtik.
Sonbahar, önce rüzgarını sonra yağmurunu gönderdi oturduğumuz yere. Karşı tepede keçiler meşe ağaçlarının içinde yayılıyordu. İki çoban köpeği yanımıza kadar sokuldu. Kerime hanım poğaçalardan 5- 6 tanesini bölüp köpeklere verdi. Köpekleri sevdi başlarını okşadı. Ben yol boyunca bol bol fotoğraflar çektim.
Divriği yolu Keçi çobanı
Yolun keyfini çıkarabilenler için Divriği
yolu bulunmaz bir rota olabilir. Belki ne denizi ne de ağacı var ama bozkırın
garip bir çekiciliği var. Issızlığın ortasında kayboluyorsunuz resmen. Yol
üstünde bir Divriği yolunda dağı olmayan yapay bir tünel gördük.
Araştırınca kışın kar tipi bu boğazı doldurup yolu kapatıyormuş. Onun için
tünel yapılmış...
Divriği Kar, Tipi Tüneli
Sabah saat on sularında güneş yavaş yavaş ısıtıyordu Divriği'ni... Divriği beklediğimden büyük bir ilçe çıktı. O kadar
ıssızlıktan sonra garipsiyorsunuz. İlçede çok uzun zamandır maden çıkarıldığı
için geliştiği besbelli. Yine de bir vadi içinde konumlanan ilçe, batıdaki
ilçeler gibi büyük bir nüfus sahip değilmiş.
Divriği evleri
Sokaklarda tek tük insanlar. İki katlı etrafı duvarla çevrili
bahçeli bir evin önündeyiz. Bu ev yol arkadaşım çocukluğunun evi. Otuz
beş yıl önce babasının tayini memleketi Malatya'ya çıkınca o zaman evlerini
satmışlar.
Divriği cam seyir terası
Ev
sahibinden izin alıp evlerini gezdi. Kendilerinin fidan halinde
diktikleri ceviz ağacı kocaman olmuştu. Bahçeyi kaplamıştı. Güz
gülleri, çiçekler rengârenk sonbahar sunumunu yapıyorlardı. Kerime hanım evin
balkonunda, bahçede ki ceviz ağacının arkasında, önünde evin dışında
fotoğraflar çektirdi. Bu evde ne yaşanmışlıklar vardır. Yol arkadaşım çok
duygulandı. Evden çıktıktan sonra evin dışında kadrajıma birkaç kare
fotoğraf aldım.
Yaş aldıkça daha mı çok farkına varıyor insan çevresinin? Hayatın, zamanın, mekânın, aşkın hakkını daha iyi mi verdiğini düşünüyoruz ? Mekânların ‘yaşayan hafızaları’ vardır. "Bir insanın anavatanı çocukluğudur" derlerKerime hanım o, ruhun kutsal sayıp taşındığı kutsal ilçeye vardığında Divriği’nin sokaklarında. Beyaz elbiseler içinde ak güvercin masumluğunda kanat çırptı. Çocukluğunu genç kızlığını okulunu, sevdasını okul arkadaşlarını aradı durdu... Yaşanmışlıkları kendi sır kâtibi gönül sayfasında duygu kalemiyle çoktan yazılmıştı.
Kerime hanım gezgin öğretmen, şu içimde hiç ölmeyen çocuk var ya cimcime kız çocuğu. Kapı tokmaklarını çalıp kaçmak istiyor. İlkokul yıllarındaki gibi ip atlamak, ağaçlara tırmanmak, erkek arkadaşlarıyla bilye oynamak. Bellerime kadar uzanan siyah gür saçlarımı savurmak, rengarenk küpeler takmak istiyorum" derken o çocukluk günlerini yaşıyor gibiydi.
Çocuk fotoğrafı (Alıntı.)
İmam -Hatip lisesinden bir kız arkadaşının evine girdi dakikalarca sohbet etti.
Okul arkadaşları, evlenmişler çoluk çocuğa karışmışlar bir yerlere sonbahar
yaprakları gibi savrulmuştu. Ama hep orada düşlediği şeyi bulamadı.
Kerime Hanımın Çocukluk arkadaşının evi
Evlendikten on beş yıl sonra eşinden ayrılmıştı. Fahri Kayıhan caddesinde özel bir psikiyatri ofisi açmıştı. Tek başına yaşamına devam ediyor. Danışmalarla ( hastalarla )görüşmeler yapıyordu. Kerime Hanım uzun boylu, gözleri iri , hilal kaşlı zarif bir kadın . O gün beyaz kot pantolon, beyaz hırka giymişti. Gül kurusu boneli başörtüsünü başına sıkıca bağlamıştı. Kahverengi gözlerinden akan göz yaşları sürmeli kirpiklerinin arasından süzülüp gamzelerinden yuvarlanıyordu. Bir eliyle de göz yaşlarını siliyordu. "Sayın öğretmenim nasılda yıllar geçti diye söylendi.
Divriğili Kale kilit sahipleri memleketlerine güzel bir park ve meydan yapmış. Psikolog Hanımın ilkokuldan erkek arkadaşı Demiryolu Muharrem ile meydandaki çay ocağında otururken çay içtik. Yan masada yemek yiyen Divriğili Almanya'daki çalışan Türk arkadaşla Divriği'de Ermeniler sohbetinde şöyle bir konuşmamız oldu.
Osmanlı toprakları üzerinde 18. yüzyıl sonlarında Maraş'ın Küçükdağlık kasabası Zeytun'da başlayan isyanlar, aralıklarla 1915 yılına kadar sürdü ve Ermeni ulusal hareketinin önemli bir parçası oldu.1. Dünya paylaşım savaşında başta Rusya, İngiltere ve Fransa emperyalist devletlerin Hristiyan azınlıkları kışkırtmaları nedeniyle yapılan Ermeni isyanları neticesinde Ermeni Tehciri. Tehcir (Sürgün) için resmi karar 27 Mayıs 1915' de alındı. ... Osmanlı hükümetinin müttefiki Almanya tehcire sessiz destek veriyordu.
Hükümet korumakla yükümlü olduğu tebaasının bir bölümünü, sivil halkı, çoluk çocuk, malsız mülksüz, yüzlerce kilometre öteye Irak çöllerine Deyr-üz Zora yaygın bir şekilde sürülmüştür.
Sivas Divriği'de tehcir Ermeni halkının da kapısına dayanır . Divriği merkez Odur, Erşin, Hazerkek, Armutak, Vartan köylerinden tehcire yüzlerce aile gönderilir. Geride kalan bazı aileler ise yıllar sonra İstanbul'a ve Avrupa'ya Amerika'ya .
Ermenistan'a görmüşlerdir. Hatta Sivas'tan tehcirden ve sonraki yıllarda Ermenistan'a göç edenler. Asıl adı Sebastia (Sivas )adıyla yeni bir yerleşim yeri şehir kurmuşlardır Ermenistan'da.
Halk arasında söylenen "olmayasın şu üç diyardan: Darende, Gürün ve Divriği'den" sözü, bura insanlarının girişimci ve ticaret zihniyetli olduklarına delalettir. Bu özellikleri onları dünyaya açmış, nereye giderseniz mutlaka oranın insanları sayılı esnaflar arasında yer aldığına şahit olursunuz.
Divriği Ulu Cami
Evliya Çelebi'nin
'Methinde diller kısık, kalem kırıktır' dediği, UNESCO'nun dünya miras
listesinde yer alan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası'nda devam eden restorasyon
çalışmaları yıllardır devam ediyor. Gezginler, bu eserin ziyarete açılacağını
günleri bekliyor.
Sivas'ın tarihi eserleri ve doğal güzellikleri ile dikkat çeken Divriği
ilçesinde, hakim noktaya yeni cam seyir terası yapılmış. Ülkemizde benim
gördüğüm cam teraslar içinde birinci sırada desem yalan olmaz.
Anadolu’nun hemen bütün şehir ve kasabaları hızla özgün karakterini
kaybederek çarşı pazarları da dâhil olmak üzere tek tip bir kent dokusuna
dönüşürken, arada unutulmuş birkaç yer bu furyadan etkilenmiyor. Bu sayede
kimlikli birer yaşam alanı olarak var olma şansı bulan yerlerden biri de
Divriği.
Ana yoldan geçerken apartman blokları arasından seçilen Divriği Evleri
şehirde bir zamanlar yerleşik ve yaygın olan yaşam kültürünün izlerini günümüze
taşıyor.
Divriği eskiden beri
medeni bir yermiş. Güzel evleri, bağları bahçeleri varmış. Şimdi azda olsa
izleri kalmış. Demir madenlerinin geliri ile kalkınmışlar. İlçe içinde
hayli Mengücek eseri var.
*****
Selçuklu merkezi devletinden kurtulan, Türk beylikleri Anadolu’ya medeniyet
getirdi. Her başkentte ırk din ayrımı gözetmeksizin Türk, ,Kürt, Ermeni, Süryani, Rum, Keldani, Gürcü Arap halkları birlikte yaşamışlar. Güzel dini, sivil mimari eserler yapmışlar. Günümüzde az da olsa çok güzel Kervansaraylar, camiler, medreseler, köprüler, hamamlar, manastırlar, kiliseler, sinagoglar kalmıştır dönemlerde mimarlar, bilim adamları
sanatkârlar Şairler, fakirler, dervişlere değer verilmiş. Sarayda
kabul görmüşler. Kervansaraylar boyunca ticaret patlamış. Belki de Anadolu'nun Türkleşmesindeki
asıl etkeni burada aramak gerekir.: kılıç değil adalet dini
özgürlük, ticaret, fırsat...
"İran ve Anadolu'da taş usta sanatçıları Ermeni, Rum ve Süryanilerdir. Hatta bu mesleki geleneksel taş yontuculuğu bu milletlerde kastlaşmış mesleklerdir.
Sonradan bu ustaların bazıları din değiştirmiştir. Fakat diğer Müslüman Türk, Kürt ve Fars vs topluluklar tarıma dayalı kapalı üretim toplulukları olduğu için taş ustalığı aile içi yonca sisteminde kalmıştır.
Selçuklu dönemi eserlerde ki mimari kültürü özellikle Ermeni ve Süryani coğrafyasındaki Hristiyan eserlerde bulabilirsin.." (alıntı Bahoz Şavata)
İnsanlığın ortak mirası olan tarihi eserleri koruyup geleceğe taşımak,
ülkemizin imajı açısından da büyük önem taşımaktadır. Özellikle yerli,
yabancı gezginler bu tür yapıları ziyaret etmekte ve görecekleri yerlerin
başında gelmektedir. İnanç turizmine kapsamında
Türkiye'deki manastır, kilise, cami, türbeleri ziyaret etmektedir.
*****
Divriği Ulu Cami ile tanıtıcı kitapta yazılanlara göre; Taç kapı,
"Ulu Cami yapı iki
kısımdan oluşuyor: Ulu Camii ve Şifahane (hastane). (Yapının diğer bir
ilginçliği de Anadolu’da sadece bu yapıda ibadet yeriyle sağlık binasının yan
yana yapılması.
Ulu Cami’yi yaptıran kişi Mengücekoğulları Divriği Kolu Meliki Ahmed Şah. Şifahaneyi ise onun eşi ve Mengücekoğulları Erzincan Kolu Meliki Fahreddin Behramşah’ın kızı Turan Melek yaptırmış. Yapının ilginç durumu İslam Kültürü’nde görülmeyip Orta Asya Türk Kültürü’nde daha sık rastlanan hükümdar ile eşinin eşit olması geleneğini burada görebiliyoruz. Birbirine yaslanan iki yapıyı karı-kocanın beraber yaptırmaları oldukça sıra dışı ve sevimli.
Külliyenin kendisi (bina
olarak) de ayrı bir muamma! Çünkü yapıda en ufak harç ve benzeri malzeme
kullanılmamış. Yapı, tamamen sıkı geçme inşa edilmiş, bir yapboz gibi! Taşlar,
o kadar güzel oyulmuş ve yerleştirilmiş ki 800’e yakın senedir
sapasağlam.
Sanatkârlık gösterisi, Çılgın asimetrik, kopuk figürler, bitki motifleri,
alışılmış" Selçuk" tarzından farklı bir duyarlılık gösterilmiş...
Barok stili bir süsleme.
Hatta kapılardan birinin üzerinde yer alan bir silindirin 1950’lere kadar
devamlı döndüğünü duyduk. Bu silindirin dönmesinin de yapının dengede olduğunu
işaret ettiğini ve o yıldaki bir depremde aniden durduğu belirtiliyor.
"Külliyenin mimarı
Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah’ın, başka bir eseri yok! Dahası oymalarda ve
yazılara imzasını atan Ahlatlı nakkaş İbrahim oğlu Ahmed, Tiflisli Ahmed ve
hattat Mehmet'in de başka bir eserde imzalarına rastlanmamış. Yani bir başyapıt
yaratan bu dört sanatkarın, her nasılsa kayıtlardaki tek eserleri bu
külliye!
"yapının başka bir ilginçliği gölgeleri! Caminin üç kapısı var: Hanım
Kapısı (bayanlara özel), Bey Kapısı (erkeklere özel) ve Şah Kapısı (devletin
büyüklerine özel). Her gün belli bir saatte bu üç kapıda, bu üç şahsı gösteren
gölgeler çıkıyor! Hanım Kapısı’nda bir bayan, Bey Kapısı’nda bir erkek, Şah
Kapısı’nda da bir hükümdar gölgesi çıkıyor ve en ufak ayrıntılarına
kadar!
Sanatkârlık gösterisi, Çılgın asimetrik, kopuk figürler, bitki motifleri,
alışılmış" Selçuk" tarzından farklı bir duyarlılık gösterilmiş...
Barok stili bir süsleme. Dünyadaki sayılı eserlerden biri. Yapı giderek
gidip görülmeli.
*****
Bizim bu kadar yolu gelme sebebimizin birincisi arkadaşım Psikolog Kerime
hanımın çocukluğunu geçtiği yeri görmek. Diğeri benim için de 1985’te
Unesco’nun Korunması Gereken Tarihi Yerler Listesi’ne giren Türkiye’deki ilk
yapı olan Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi ’ne görmek. Peki değdi mi bu
kadar yol? Kesinlikle!
İki sevinci güzelliği
görmekten daha güzel ne olabilir. Karşımızda dünyada eşi benzeri
olmayan bir mimari başyapıt duruyordu. Üstelik bu bozkırın ortasında ve 769
yıllık bir eser!
Divriği Seyir Terası
Hayli zaman geçmişti. Güneş ışıklarını Divriği'den çekip alırken gecenin
siyah kanatları gökyüzünü kapladı. O cesur, onurlu Kerime Hanım yorgun
yüreği, kahverengi gözlerindeki hüzünle! Divriği'ye elveda
dedi. Arapkir'e doğru yolumuza koyulduk...
Psikolog Kerime Hanım "Önceden ağladığın yerlere tekrardan git ve
kahkaha at. Hikâyeni değiştir." sözünü mırıldanıyordu... Arabada yol
arkadaşı gezgin öğretmene "Sana teşekkür ederim
arkadaş, bana ne güzel bir gün yaşattın "dedi...
Yorumlar
Yorum Gönder