MUNZUR IRMAĞINDA ARINMA
Gezi- Öykü
Yazın son demleriydi. Beydağlarının arasından batan güneş yazdan kalma yakıcılığını iyice yitirmişti...Ve Sonbahar... Doğa kendi sevdiği renklere yavaş yavaş boyamaya başlamıştı. Her ağacın yapraklarının renkleri başka başkaydı.
Kavurucu yaz sıcağından sonra tene değen serin dokunuşlar insan ruhuna ferahlık hissi verirken, doğanın sonbahar renk tonları ise hüzün veriyordu. Güneş batınca gökyüzünün aydınlatma hakimiyetini de Ay ele geçirmişti. Yıldızlarda ona yaverlik ediyordu... Fırat Öğretmenin, çeşit çeşit meyve ağaçları, rengârenk çiçekleri, güllerinin olduğu bahçesi hazan mevsimini yaşıyordu. Bahçenin bir köşesindeki ahşap kulübenin karşısında ocakta yanan ateşin etrafında Türkçe öğretmeni Melita ile Öğretmen Fırat karşılıklı oturuyorlardı.
Ilık ılık esen yelin harladığı ateş çatırdayarak gecenin sessizliğine bir melodi katıyordu. Harlanan ateş Melita'ın kızıl kestane saçlarını ve buğday tenini ışıl ışıl aydınlatıyordu.. O gözlerini ateşe dikmiş hüzünlü bir yüz ifadesiyle ateşi seyrederken , Öğretmen Fırat göz ucuyla onu incelemeye başladı.. Elli yaşlarında olan Melita'nın koyu kahve gözlerine hüzün çökmüş gibiydi. Ayak bileklerine kadar olan çiçekli elbisesi ince bedenine çok yakışmıştı. Melita'nın Antik Bizans dönemine ait M harfli bakır sikke kolyesi boynunda Ay ışığında kızıla çalan renkte parlıyordu.
Sessizliği Melita bozdu. "Hafta sonunu bana ayırdığın ve beni Dersime, Munzur nehrine götürme teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim."diye seslendi. Fırat kafasını kaldırıp Melita'nın bal damlasını andıran haralerle çevrili koca, karanlık göz bebeklerine bakarak bir gülümsemeyle yanıt verdi. " Melita can güzel bir gezi olacak ” dedi.
Öğretmen Fırat Ovacık Munzur Gözeleri’ne daha önce dört kez gitmişti. O bölge hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak için ne bulduysa okumuştu. Tekrar ateşin başına oturdu. Melita’ın gözlerine bakarak Dersim-Tunceli- Ovacık Gözeleri hakkında öğrencilere ders anlatır gibi bilgi vermeye başladı.
“Araştırıp okuduğum kitaplardan edindiğim bilgiye göre, Ermeni Tarihçi Aziz Petere: Dersim; aşağıda Arion Irmağı yani bugünkü Kahta Çayı, yukarıda Gümüşhane Şiran dağları, batıda Sivas'ın Gürün ilçesi ve doğuda Varto arasında kalan yüksek dağların içinde kalan bölgedir. Anadolu Aleviliğinin en önemli merkezi sayar ve 12 Alevi Ocağı'nın da doğduğu yer olan Dersim'in neredeyse her köyünde kutsal bir mekân, kutsal bir yeryüzü şekli, kutsal bir cisim vardır. Yöre halkının diliyle jiar ve diyarlar var." bilgisi yazılmıştı.
"Dersimliler kendi topraklarında her şeyin bir sahibi var derler: Dağ keçisinin, geyiğin, balığın, ormanın, börtü böceğin…Doğaya bu gözle bakar bu ölçüde saygı duyarlar. İnançlarının merkezine koydukları her şey, doğanın kendi içinde var olan varlıklarıdır. Munzur Suyu’nu kendilerine sunulan büyük bir nimet olarak gördükleri için saygı duyarlar. Bu koca nehri Dersimliler yaşamlarının önemli bir yerine koymuşlardır. Yani aralarında öyle temiz bir ilişki var ki, ona tapıyor, ona tanrısal bir ikrar yüklüyorlar. Munzur üzerine yemin çok ağırdır, asla bozulmaz.
Burada insanlar su kaynaklarına niyaz eder, Dersim'de baharın müjdecisi olan Heftemal'da (21 Mart) yerleri su serperek temizler, cemlerden önce mekânlarını su serpilerek kutsar, bebeklerin kırkının suyla çıkarır, Ovacık civarında evlenen tüm kızlar Munzur Baba'ya giderek vedalaşır…"
Ovacık İlçesi’nin Munzur dağları eteklerinde kayalıklar arasından fışkıran süt beyazlığındaki su, adeta küçük şelaleleri andırıyor. " Tanrıçalar dönemine uzanan mitolojik hikâyeye göre ise, Munzur Suyu tanrıça Anahit’in göğüslerinden akan süt olarak kabul ediliyor ve ilkbaharda ilk yoğurdun mayasının da Munzur suyundan alındığı belirtiliyor. Munzur gözelerinden yardım isteyen Aleviler, suyun fışkırdığı kayalıkları öperek mumlar yakıyor, niyaz dağıtıyor ve kendi dillerinde dualar okuyor. Mesire olarak kullanılan gözelerin büyüleyici manzarasının yanı sıra Cem ayinine katılan yurttaşlar ise, Munzur gözelerinde sabahlayarak günahlarından arındığına inanıyor."
Yine başka bir efsaneye göre "Munzur Gözeleri'nin dağların eteğindeki bir köyde yaşayan Munzur isimli çoban ile ağası arasında yaşanan olaylar sonucu Munzur'un elindeki süt dolu kovadan yere dökülen sütün yerinden su fışkırmasıyla oluştuğu anlatılıyor..
Bu açıklamaları dinleyen Melita’da bir an önce Munzur’a gitme arzusu daha da çoğaldı.
Kasım’ın üçünde Dersim Gezisi için güneşli serin bir havada Malatya'dan yola çıktılar.
Malatya sonbaharı yaşıyordu ve bahçeler de sonbahar renklerine bürünmüştü. Baraj gölü kıyısındaki sahil ilçesi Kaleden geçerken sağlı sollu kayısı bahçelerini Güneşin ışıkları altın sarısı güz yapraklarını ışıl ışıl parlatıyordu .
Malatya ile Elazığ arasındaki Karakaya Barajı Gölü üzerinde yapılan ve türkülere konu olan " Kömürhan Köprüsü ",yeni yüzüyle yapılan bağlantı tünelinden geçip Elazığ sınırına girdiler. Tatlı bir yokuşun ardından on dakika sonra Ermenice adı "taştan kale"anlamına Harput’a ulaştılar.
Harput Kalesi ovadaki Elazığ’ı üç bin yıldır bu kentin üzerinde ona kol kanat germeye devam ediyordu . Tarihi Harput’un mezarlıklarının arasından geçip dağ yolundan Pertek yoluna doğru inerken bu toprakların koynunda yatan, nice canların kanla, yıkımla, acılarla dolu anılarını barındıran yanık sesleri duyuluyordu sanki...
Kalın beton, tel örgüler ve içleri kum dolu geniş torbalarla desteklenmiş siperlerin arasından geçip, jandarmanın kimlik kontrolü sonrası Pertek arabalı vapuruna bindiler. Arabadan inip vapurun üst kısmına çıkarak temiz havayı içlerine çekip soluklandılar biraz. Martıların kanat sesleri, tiz çığlıkları arasında çaylarını yudumladılar.
Geçmişi Urartu dönemine kadar uzanan Pertek Kalesi, bugün Keban Baraj gölünde oluşan bir adanın üzerinde tarihe tanıklık etmeyi sürdürürken,
Elazığ-Pertek karayolunu birbirine bağlayan suyolunu kullanan feribotun yolcularına Anadolu’nun kadim sırlarını fısıldıyordu...
Öğretmen Fırat fotoğraf makinesini kadrajına alıp kalenin yol arkadaşının resimlerini çekti. Yollarına Pertek’in doğusundan kuzeye uzanan Tunceli’ye doğru devam ettiler.
Tunceli girişindeki Munzur Üniversitesi önünden geçip Ovacık'a doğru hareket ettiler. Merkeze yaklaşık bir kilometre uzaklıkta bulunan Tunceli-Ovacık kara-yolundaki polis kontrol noktasında kimlik kontrolü yapıldıktan 8 km sonra Munzur vadisine vardılar. Kara yolu Munzur nehrini takip ediyordu. Yol boyunca TRT' de Türkü dinleyerek türküler, şarkılar dinleyerek yolculuğu daha eğlenceli hale getirdiler. Melita'da türkülere eşlik ediyordu.
Yol dağların göğe uzandığı, sapsarı , turuncu, kırmızı ve yeşilin bin bir tonu eşliğinde devam ediyordu. Önce Türkiye’nin en büyük ve önemli milli parklarından biri olan Munzur Vadisi Milli Parkı'nı ziyaret ettiler. Ardından Munzur Gözlerindeki Alevi-Kızılbaş inancının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Ana Fatma Ziyaretgahı ve Munzur Suyu kenarında, derin ve kayalık bir vadinin içerisinde yer alan Halbori Gözeleri ziyaret ettikten sonra türkülere destan olan ve halk dayanışması ile ünlü Munzur dağlarının güneyindeki güzel ilçe Ovacık’a doğru yol almaya başladılar.
Yol yüksek dağların eteklerinde ilerliyordu. İkisi de içinde yol aldıkları manzaranın büyüsüne kapılmıştı. Fırat buraya her geldiğinde bu büyünün etkisinde kalıyordu. Etkisinde kaldıkları yerlerin fotoğrafını çekip videoya alıyorlardı. Melita’nın gözleri dağlarda, dağ keçisi arıyordu. Dağ keçisi görerek geziyi taçlandırmak istiyordu. Ancak bu isteği gerçekleşmedi. Hayaller Munzur suyuna karışarak dağların derinliklerine kayboldu.
Yol, her döndüğü virajda güncelleniyor, manzaranın güzelliğine güzellik katılıyordu. Yola çıkalı hayli zaman olmuştu. Tunceli- Ovacık arasında bir yerde mola verdiler. Güneş uyanalı iki saat olmuştu. Arabadan portatif iki koltuğu ve kahvaltı setini alıp Munzur ırmağının kenarı oturdular. Bu esnada birkaç araba daha mola verdi. Munzur nehrinin kenarındaki söğüt ağaçlarının saçları kayalıklardan suya sarkmış yıkanıyordu. Yaprakları, rüzgarda sallanıyor, akan suyla adeta sevişiyor gibiydi. Sulara vuran sabah güneşinin şavkı ise suyla kucak kucağa dans ediyordu.
Kayalar arasında akan Munzur çayı durgun yerlerde çarşaf gibi ağır ağır akıyor; akıntıya geldiğinde ise köpükler çoğalıyor, hızlanıyordu. Kenarında oturan konuklarına kendi türküsünü söylüyordu. Güneşin suyla dansı mor bulutların gölgesinin suya düşmesi ile son buldu. Munzur suyunun serinliği konuklarının yüzlerini yaladı geçti. Konukları ellerini Munzur’un soğuk suyuyla yıkadılar. Melita ve Öğretmen Fırat güneşe doğru dönüp bu güzellikleri dakikalarca sessizce izlediler.
Melita sofra bezini sonbahar son demini yaşayan çimenlerin üzerine yaydı. Piknik sepetinden çıkardığı çay termosunu kenara bıraktıktan sonra ekmek, domates, salatalık, peynir, zeytin, yumurta, reçel, balı sofra bezine yaydı. Çayları doldurdu. Neşe içinde sohbet ederek kahvaltı yaptılar.
Kahvaltı sonrasında Melita yavaş adımlarla Munzur’un kenarındaki cilalı yeşilimsi bir taşın üzerine oturdu. Karşı dağların, ormanların, gümüş ışıltılarla güneşe doğru akan şırlağanların seyrine durdu. Havayı iştahla çekti ciğerlerine. Suyun sesi ninni gibi geliyordu. Melita öğretmen ne kadar yorulduğunu şimdi anlıyordu. Yıllarını hep okuluna öğrencilerine vermişti. Ruhsal yönden ne kadar büyük bir depresyon geçirdiğinin farkında bile değildi. Çünkü kendisi bunu kabullenmiyordu.
Melita Fırat'a seslendi: " Bu kutsal suya dalmak istiyorum." Dedi ve ayağa kalktı yavaş adımlarla ırmağın kenarından yürümeye başladı. Giderek adımlarını hızlandırdı. Biraz ilerideki kıyıya yakın kayalıkta Melita durdu. En yakın kaynak suya vardı ilkin. Eğildi sudan avuç avuç içti. Ağaçların arasına geçti. Vücudunu gecelik gibi saran ince çiçek desenli , diz kapaklarına kadar inen penye elbisesini çıkardı. Taşın üzerine koydu. Kızıl kahve dalgalı saçlarını geriye doğru attı ve suyun içine ayaklarını daldırdı. Yavaş yavaş ilerledi. Su göğüs hizasına gelinceye kadar yürüdü. Yılların bedenine yüklediği yorgunluğu suya akıttı. Vücudu ferahlamış; cildine yepyeni bir tazelik gelmişti. Güzelliğine güzellik eklenmişti. Ruhunu Munzur’un sonsuzluğu sardı. Hem bedeni hem ruhu suyla konuşuyordu. Birden Munzur’un buz gibi suyuna daldı. Vücudu artık suyun soğukluğunu hissetmiyordu. Defalarca daldı, çıktı. Her daldığında Munzur Baba’yı yüreğine alıp “arınma ve gönül gözüyle doğruyu bulma” duaları yaptı. Melita arınıp paklandı... Suyu suya kavuşturan akarına, Munzur’a, Kırk Gözeler'e, gözyaşlarını akıttı. Melita’nın bedenine ve yüreğine dirlik gelmişti.
Yol boyunca altın gibi göz kamaştırıcı sarı sarı açan göç çiçekleri yaylacılara kışın yaklaştığı göç mesajını vermeye başlamıştı bile. Yıkıntı evlerin bulunduğu kayaların kuzeyinden görkemli keklik şakayışları yükseldi.
Tunceli Ovacık arası yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Belirli bir yerden sonra araçlarından inen ziyaretçiler Munzur Gözelerine doğru yaklaşık 200 metre yürüdükten sonra, Munzur gözelerinde suyun fışkırdığı kayalıkları öperek delil uyandırılıyor, dualar ediliyor, dilek tutuyorlardı. Gözeler’e ulaşınca artık Munzur’la iyice bütünleştiler. Kırk gözeden çıkan sudan avuç avuç su içdiler. Şifa niyetiyle. Çırağı aldılar siyah taşların arasında çırağları uyandırdılar dilek tuttular. Gözelerdeki ağaçların gazel yaprakları ziyaretçilerine adeta görsel şov yapıyordu. Bu güzel anı hatırlamak için ziyaretçiler cep telefonuyla ve fotoğraf makineleriyle fotoğraf çekiyorlardı. Bir iki saatliğine geldikleri bu yerden ayrılmak istemeyince akşamı edip öyle ayrıldılar.
Güneş ışıklarını yavaş yavaş çekmeye başlarken de Munzur yolunun her karesi bir tabloydu. Melita’nın yaban keçilerini, ceylanları görme arzusu dönüş yolculuğunda gerçekleşiyor. Seyir halindeyken " Fırat, Fırat ne olur arabayı yolun kenarına çek. Gördüm onları, yaban keçileri kayaların üzerinde yola bakıyorlar. Bir kısmı da kayaların arasına bırakılan tuz taşlarını yalıyorlardı deyince Fırat hemen arabaya sağa çekip durdu. Ardından birkaç araba daha durdu. Onlar da arabalardan inip yaban keçilerini izlediler. Hatıra fotoğrafları çektiler, kameraya aldılar.
Melita keçileri görünce küçük bir kız çocuğu gibi sevindi. Kahverengi gözlerinin içi gülüyordu. Kayalara tırmanıp keçileri yakından görmek istedi. Keçiler de bu anı bekler gibi yolda bekleyenlere poz verdiler. Öğretmen Fırat fotoğraf makinesinin kadrajına bu güzel anı alarak deklanşöre defalarca bastı. Yaban keçileri Munzur’dan dönen canları uğurluyorlardı.
Bu Munzur gezisi öğretmen Melita için terapiye dönüşmüştü. Meğer Melita'nın öğrencilerine önerdiği gezi terapisine kendisinin de ihtiyacı varmış.
Ovacık’tan ayrılmak üzere yola çıktılar. İnsanın giderken aklını, kalbini bir parça bıraktığı yerlerden biriydi Ovacık. İki arkadaşın durumu da aynıydı.
Munzur vadisinden dönerken yarı yolda karanlık dağları yuttu. O güzelim tabloların üstü siyah perdeyle kaplanmıştı. Gökyüzünde yıldız mahşeri belirdi. Dolunay parlıyordu. Arabanın içini YouTube’dan açtıkları Munzur Baba dolduruyordu. Türküyü döndüre döndüre dinlediler.
"Munzur baba ben yârimi getiremedim getiremedim
Elini açıp da dua ettiremedim, ettiremedim
Ne yaptımsa ne ettimse yettiremedim Munzur baba
Beni de al nolur yanına, oyy
—
Ha sen gittin, ha ben öldüm, bunu bilesin, bunu bilesin
Pişman olup tez yanıma geri gelesin, geri gelesin
Gittiğin yerlerden yari döndüresin Munzur baba
Beni de al, nolur, yanına oyy
Melita'nın türküyü dinlerken boğazı düğümlendi. Gözleri yaşardı. İki damla yaş yuvarlandı burunun kenarından, avuçlarını gözlerine bastırdı. Arabanın içinde Fırat sakince bir nefes aldı. Melita'nın elini sıkıca kavradı, başını hafifçe ona doğru çevirdi ve tatlı bir tebessüm eşliğinde gözlerinin içine baktı. Güneş batmıştı. Munzur'un tüm ışıkları Melita'nın gözlerinde yer edilmiş gibi parlıyordu. Kurulan bu göz temasında Melita gülümseyerek başını Fırat'ın omuzuna koydu. Gözlerini kapadı...Mükemmel derecede kendini huzurlu hissediyordu...
17 Kasım 2021, Malatya
Yorumlar
Yorum Gönder