GEZGİN ÖĞRETMENİN AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ GÜNCESİ /AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜNDE SİNEMA ANILARI

                                         Akçadağ Köy Enstitüsü  yerleşkesinden görünüm
                                   Fotoğraf: Pilot Atilla Özdemir 

       Bugün üstünde düşünmek istediğim konu “Akçadağ Köy Enstitüsünde / Öğretmen Okulunda Sinema Anıları” Bu konuda anıları olan arkadaşlarımdan rica ettim; sağ olsun beni kırmadılar anılarını yazdılar. Bu anıları sizlerle paylaşmadan önce konuya kısa bir giriş yapmak istiyorum.

       Köy enstitüleri, Atatürk  Cumhuriyetin halkçı ve devrimci ilkelerinin eğitim yoluyla Anadolu’da yayılmasını amaçlayan bir eğitim projenin ürünüdür. 
  Köy enstitüleri, 3803 sayılı kanunla 17 Nisan 1940 tarihinde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in teşebbüsü ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un gayretiyle kurulmuştur.

                   Akçadağ Köy Enstitüsü  Müdürü  Şerif Tekben  ve öğrenciler( Ş.Tekben Arşivi)

  Türkiye'nin hem eğitsel hem de kültürel birikimi açısından önemli yere sahip olan köy enstitüleri Anadolu coğrafyasının 21 farklı noktasında kurulmuştur. Bunlardan biri de Akçadağ Köy Enstitüsüdür. Karapınar köyü ile sınır olan bu enstitü geniş bir araziye kurulmuştu. Akçadağ Köy Enstitüsü de diğer 21 enstitüsünde olduğu gibi mimari yapısı ulusal mimari proje yarışması ile tasarlanmıştır. Akçadağ Köy Enstitüsü, özgün program ve coğrafi sınırlılıkları içinde biçimlenen uygulaması ile günümüze ulaşan az sayıdaki enstitü binalarından biri olma özelliği taşıyor. 

Bu köy enstitülerini günümüzdeki dört duvar arasına sıkıştırılan devlet okullarıyla kıyasladığımızda eğitimde ne kadar geriye gittiğimizi anlamak mümkün olacaktır. Bu enstitülerin amacı köy okullarına her türlü donanımla yetişmiş öğretmen yetiştirmekti. Bu öğretmenler köylerde karşılaşabilecekleri her türlü sorunu çözebilecek şekilde yetiştirilirdi. Akçadağ Köy enstitüsü kampüsünün içinde öğrenciler tarımsal faaliyetleri uygulamalı öğrenir; fırınında ekmeğini kendi pişirir, marangoz atölyesinde çalışırdı. En önemlisi de bu köy öğretmenleri yetiştirilirken kültürel olarak belli bir donanıma sahip olmalarına önem verilirdi. Çünkü bu ülkeyi aydınlatacak beyinler yetiştirilecekse öncelikle kendisinin beyninin aydın olması gerekiyordu. Akçadağ Köy enstitüsünün içinde resim atölyesi, müzik atölyesi vardı ve içinde her türlü donanım mevcuttu. En güzeli de bu okulda okuyan her öğrencinin yüzü gülümseyerek hatırladığı tiyatro ve sinema salonuydu…

Akçadağ Köy Enstitüsüne nasıl gidebilirsiniz? Otomobilinizle Malatya’dan yola çıktığınızda Gaziantep yoluna doğru ilerleyin. Cumhuriyet Örnek Köyü’ne varmadan direksiyonu sağa doğru çevirin. Artık Akçadağ Köy Enstitüsü topraklarındasınız. Bozuk otomobil yolundan ilerleyin. Şu an bu topraklar Malarya Kayısı Araştırma Enstitüsüne  devredilmiş halde. 
Okul yerleşkesinin girişinde nizamiye vardı. Okula giriş çıkışlar buradan kontrol edilirdi. Bu yerleşkedeki binalar……. Tarafından koruma altına alınmış ancak aslında kaderlerine terk edilmiş durumdalar. Yol boyunca ilerlediğinizde sol tarafta tarihi çeşmeyi göreceksiniz. Hemen altındaki postane binasından sola dönün. Burada yatakhane vardı. Bu yoldan ilerlediğinizde geniş bir alanda uzun bir bina görecektiniz. Ancak bugün o bina yok arık; çünkü bakımsızlıktan yıkıldı. Burası okulun sinema ve tiyatro salonuydu. Salonun balkon bölümünde aileler; asıl salon bölümünde tiyatro sahnesinin hemen önünden geriye doğru dizili tahta sandalyelerde öğrenciler sinema ve sergilenen tiyatroları izlerdi. Tiyatro sahnesinde öğrencilere profesyonel tiyatrolar izletildiği gibi öğrencilerin kendi oynadıkları tiyatroları da sergilenirdi. Ama her hafta gösterimi yapılan sinemaların öğrenci, öğretmen ve okulun çalışan personeli için apayrı bir öneme sahipti. 

                                             1949 Enstitüsü mezunu Ali Doğan  arşivi

İşte bu anılardan bir kısmını sizlerle paylaşacağım. Dileyen yorum bölümüne varsa kendi anısını yazabilir. Anılarını yazanlardan izin alarak anılarını yazıma ayrıca ekleyebilirim. Denir ki; “ Söz uçar, yazı kalır.” Buraya yazılan anıları tarih kitaplarında bulamazsınız. Akçadağ Köy Enstitüsü ve devamındaki enstitünün isim değişikliklerinden sonra, o sinema ve tiyatro salonunda kim bilir ne anılar yaşandı ve yazıya geçirilmediği için uçup gitti. Bu nedenle anlatacağınız anılar ve yapacağınız yorumlar benim için çok değerlidir.

                                      

Akçadağ Köy Enstitüsü  Sinema Anıları.


                                                             Fikri Demirtaş- Ali Doğan 

Ali Doğan, İlkokul Öğretmeni, Köy Enstitüsü 1949 Mezunu

        " İlk film gösterimi 43/44 yılında başladı. Bu yıllarda okulun binalarından birinin duvarı kireçle badana yapılmış, duvarın yüzeyi perde olacak şekilde pürüzsüz hale getirilmişti. Okul öğrenci Birliğinin Kültür Edebiyat ve Müsamere Kolu temsilcisi ve enstitünün elektrikçisi Malatya'daki sinemalarda gösterilen filmlerden seçer, okula getirirdi. Cumartesini pazara bağlayan gece açık havada sinema gösterimi yapılırdı. Öğretmenler ve misafirler için sandalye ve masalar, öğrenciler içinde tabureler sıralanırdı. 

                                      1949 Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu Ali Doğan  arşivi

         Filim izlemeye yakın köylerden-  Karapınar, Gölpınar-  gençler de gelirdi. Köylü kadınlar bu gösterilere katılmazdı. Filmi öğretmen ve personel aileleriyle biz öğrenciler kızlı erkekli oturup birlikte izlerdik. Önceleri bu konuda herhangi bir ayrıştırma yoktu. Ancak enstitünün kapanmasına yakın son zamanlarında bilinen kara propagandalar sonucunda kız öğrencileri,  kız yoğunluklu enstitülere dağıtıldı ve akabinde enstitü hikayesi de bitmiş oldu.

                                   1949 Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu Ali Doğan  arşivi


Sinemada gösterilen filmlerden hatırladıklarım Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun ve Hint filmleridir.
 Bir filim gösteriminde biz öğrenciler mütalaa saatindeydik. Ama filmi izlemek için can atıyorduk. Mütalaadan kaçıp pencereden atlarken Reyzi Pamir bizi yakaladı ve başımıza büyük öğrencileri nöbetçi bırakarak ahırda nöbet tutma cezasıyla cezalandırdı.

   
                                            Ali Doğan öğretmen öğrencileriyle

        Bir garip hatıram da şu:  Bir filmde rol gereği hazineciler altın bulup, altınları sevinçle havaya savuruyorlardı. Akşam bu sahnenin etkisindeki öğrencilerin bir kaçı filmin gösterildiği yere gidip aynı yerde altın aramışlardı. Bu öğrenciler ve tabi bu olay arkadaşlar arasında epey eğlence konusu olmuştu.
1945'de yemekhanenin bir bölümü sinema salonu olarak kullanılmaya başlayınca artık gösterimler kapalı salonda yapılmaya başlandı.
Yine ikinci dünya savaşına dair bir film izlerken sahnede ufukta bir tren belirdi. Tren bize yaklaşırken görüntü büyüdü büyüdü ve artık raylar ve trenin altı görününce hepimiz masaların altına gizlenmiştik.
 Köyden gelen gençler bilet alırken bizim köyden kör Mehmet'e sıra gelmişti. Bilet kesen öğretmen Osman Şahintaş'a "efendim benden yarım bilet parası almanız lazım" deyince, Şahintaş "neden?"diye sordu. Kör Mehmet "efendim benim tek gözüm açık, diğeri kapalı onun için" der ve bu da aramızda uzun süre eğlence konusu oldu.”

                                  1949 Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu Ali Doğan  arşivi

Ali Doğanın oğlu emekli öğretmen Cafer Doğan yaşlı babasına bakmak için İzmir’den gelmişti. Cafer Doğan da bir anısını şöyle anlattı: “Ben ve abim 1962'de cumartesi günü gündüz matinesi için öğrencilerle sıraya girdik. Ben 7, abim 9 yaşındayız. Nöbetçi öğretmen Necati Dal "çocuklar siz ayrılın, şuradan çıkın" dedi. Ancak sıradaki öğrenciler el ve göz hareketleriyle bizim sırada kalmamızı için işaretler yapıyorlardı. Ama Necati Dal hoca bizi kovmakta ısrar ediyordu biz de filmi izlemekte ısrar ediyorduk. Necati hoca bizi kovma konusunda sertleşince abim çocuk aklı  yerden bir taş kaptığı gibi Necati hocanın kafasına fırlattı ve "anasını avradını ...." deyince ikimiz birden tozu dumana katarak kaçtık. Bizi yakalaması için öğrencileri peşimize taktı. Öğrenciler peşimizden koştu ama bilerek bizi yakalamadılar. Demek ki Necati hoca öğrenciler tarafından sevilen bir öğretmen değildi. Öğrenciler istese bizi çok rahat yakalayabilirlerdi. Hayatımda ilk sinema ve tiyatroyla bu okul sayesinde tanıştım. Bu anlamda diğer köy çocuklarından şanslı sayılırdık.”

                            Hasan Gül 1957 mez., F. Demirtaş 1976- Ali Doğan 1949

           Hasan Gül, İlköğretim Müfettişi,  1957 İlköğretmen okulu mezunu.

"Fikri hocam sizin mesajınız ve telefon görüşmemiz üzerine; benden önce ve sonra mezun olan bir çok arkadaşımızla Akçadağ Köy Enstitüsünde ve devamındaki öğretmen okulunda sinema-müsameresi hakkındaki çalışmalar, kendi aramızda konuşma konusu oldu. Buna göre; Sinema ve müsamere gösterilerinde durum şöyledir: Okulun kuruluşundan son yıllarına kadar sinema salonu olarak “yemekhane” kullanılmıştır. Başlarda,  gösteri öncesinde yemekhanedeki masalar bir bölüme alınır;  kalan bölüme tabure veya banklar dizilerek seyirci düzeni oluşturulmaktaydı. 


                                                   Hasan Gül ve arkadaşları 
                                                     Akçadağ İlköğretmen Okulu 

       Daha sonra yemekhane bölümünün sahne tarafındaki kısmı tamamen bu iş için düzenlenmiştir. Bu konu bir eğitsel çalışma olarak ele alınmıştır. Hafta sonunda bayrak töreni sonrasında okul başkanı seçiminde seçilen başkan bu konuda neler yapacağını propaganda olarak anlatırdı. Bu vaadi sonucu olarak idare ile işbirliği yaparak vaadini yerine getirirdi. Film gösterisi haftanın cumartesini pazara bağlayan gecede yapılırdı.

                                                         Hasan Gül ve arkadaşları 
                                                         Akçadağ İlköğretmen Okulu 

         Film gösterisinde giriş ücreti olarak 25-30 kuruş alındığı söylenmektedir. Ancak bazı filmlerin ücretsiz gösterildiği de söylenmektedir. Film gösterisi Muharrem adında ufak tefek bir teknisyen tarafından yapılıyordu. Gösteri sırasında arıza çıktığında seyircilerin tepkisi üzerine çıkar, seyircilere hitaben “kıri,kiri” derdi. Yani kırılıyor demek istiyordu. Bizden önceki mezunlardan bir arkadaşımız bir gece idare binasının dış cephesine perde germiş, alanı salon gibi düzenlenerek “Vatan ve Silistre” filminin gösterildiğini söylemektedir. Ayrıca bir yaz günü kooperatif binasının önündeki alana bank, tabure dizilerek seyirci yeri oluşturuldu; karşı duvara perde asılarak film gösterildi. 1954 yılında Aşık Veysel okula gelmişti. Yemekhane konser için düzenlenmişti." 


Necdet Kazancıoğlu, Sınıf öğretmeni  İlköğretmen Okulu 1957 Mezunu. 


Okul Sineması Köy Enstitüsünde ve bizim zamanımızda da yemekhane olarak kullanılan binada yapılıyordu. Upuzun büyükçe bir binaydı. Zemin Sahneden makine dairesine doğru yükseliyordu. 

Yerden bir buçuk metre yüksekliğinde bir sahne yapılmıştı. Beyaz sinema perdesi Sümerbank bezinden duvara gerilmişti.  Sinema öğrencilere bedavaydı. Malatya’dan gelen filmi okul elektrikçisi sinema makine dairesinden çalıştırırdı. Makinenin tıkır tıkır sesi gelirdi. Işık kümesi perdeye yansıyınca sessizce filmi izlerdik. Öğretmenler sinema sahnesinin önünde tahta sandalyelerde biz öğrenciler art arda dizilmiş okul sıralarında oturarak filmleri izlerdik.

 
Sinema salonunda piyesler oynanır, münazaralar yapılır, konserler verilirdi. Adalı Hüseyin tiyatrosu hala aklımdadır. Ben okulda 6 yıl müzik hane kolu başkanlığı yaptım. Keman çalıyordum. Okulun yerleşkesinde muhtelif yerlere asılan hoparlörlerden, her gün 13:00- 13: 30 arasında müzik hanedeki radyodan ajans yayını verilirdi.

Aşık Veysel Akçadağ  Köy Enstitüsünde 1952
Köy Enstitüsü  mezunu Emin Kara Arşivi



           Okul idaresi Aşık Veysel Malatya’ya geldiğini Parlak otelde kaldığını öğrenmiş.  Müdür beni çağırdı. "Oğlum, al sana 2,5 lira Malatya'ya gidip Aşık Veysel'e selam söyle.  Okula gelip konser vermesini için davet ettiğimi bildir "dedi. Ben Malatya gittim Parlak otelde Aşık Veysel’le görüştüm. Okula götürmem için 3 liraya bir sepetli motosiklet tuttum. Ozanın yanında onu gezdiren kısa boylu bir adam vardı. Ona da küçük Veysel diyorlardı. Üçümüz motosikletle okula gittik. O gün muhteşem bir konser oldu. 

         Öğrenciler Veysel’i çokça alkışladı. Konserden sonra Aşık Veysel’i okulun çadırlı arabasıyla Malatya'ya gönderdiler. Okulda zannedersem biraz para vermiş.O günlerden Veysel'den kulaklarımda kalan Hırsıza  Beddua türküsü:

Parça parça olsun paramı çalan
Kimisi gerçek dedi kimisi yalan
Dünyada görmedim böyle bir plan
Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok.."

 bu türkünün ardından 

"Ben gidersem sazım sen kal dünyada hey" Türküsü 
Sen petek misali Veysel de arı hey
İnlerdik beraber yapardık balı hey
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı hey
Ben babamı ustanı unutma hey
Unutma hey unutma hey unutma hey"

Bu türküleri saatlerce çaldı söyledi Aşık Veysel”

Rahmi Ali (Ocak 2022, Batı Trakya-Yunanistan)Akçadağ Öğretmen okulu 1961 mezunu

“Beyoğlu Güzeli”
        Geçen her yıl, yaşanmışların önüne yeni bir tül perde çekiyor, anılar biraz daha silikleşiyor. Altmış yıl öncesine, Akçadağ Öğretmen Okulu’ndaki günlerime gidiyorum yeniden. Yatakhaneler, derslikler, idare binası, bayrak törenleri, futbol ve voleybol sahaları, ellerinde kitap, birer gölge gibi gidip gelen öğrenciler, lojmanlarda telaşlanan öğretmen aileleri… Hemen yakınımızdaki Akçadağ İstasyonu biz öğrencilerin gezi yeri oluyor. Trenler ve biz oradan ayrıldıktan sonra o İstasyon binası iyice yalnızlaşıyor. O kalabalık arkadaşlar arasında bazen kendimizi yalnız hissettiğimiz anlar da oluyor.



Karşıda tepelere yaslanmış Kırlangıç köyüne bakıyoruz zaman zaman. Karapınar, uygulama okulu, öğrenciler; bir bakıyoruz, Okul Müdürü Fehmi Hangün’ün tarih dersini anlatmaları, Fethi Toker’in biz öğrencilere sevgi dolu darılmaları… Ama hepsi silik, hepsi üzgün birer geçmiş.
 
Bir dost-Fikri Demirtaş- okulumuzdaki sinemalı günlerden kalan anılardan söz etmemi istedi; ne diyeceğimi şaşırdım. Anımsayabilir miydim o günleri; hayalle gerçekleri karıştırmaz mıydım? İyi ki o yıllardan kalma bazı fotoğraflar var. Yoksa belleğimde kalan o okullu yıllar, binalar, öğretmenler, arkadaşlar ıslanmış, solmuş suluboya resimler gibi gözlerimin önünde sadece ağır devinimlerle sallanıp duruyorlar.


 
Şimdi birileri dese, okulun ayrı bir sinema ya da konferans salonu var mıydı yoksa yemekhane mi sinema salonu olarak kullanılıyordu; bilemem. Ama o yakınlarda durmadan telaşlanan aşçı İboyu, başları sarılı bulaşıkçı kadınları, kimi kez elindeki sapı uzun fırın küreğiyle nöbetçi arkadaşların kafalarına hafifçe dokunan fırıncıyı hatırlıyorum. Ama hepsi bu kadar; birileri fırıncının adı neydi dese, bilemem.  
 
Evet, sinema salonunu hatırlıyorum, film izlediğimizi, filmlerin sık sık koptuğu o yıllarda öfkelendiğimizi, bağırıp çağırdığımızı; kime bağırıp çağırırdık ki… Sıralara mı otururduk, sandalyeleri mi, kimler vardı yanımda; hiçbir şey hatırlamıyorum. Bir ara Âşık Veysel aynı salonda saz çalıp söylemişti öğrenci ve öğretmenlere, yanında birileri vardı. Ama hangi yıldı; hangi şiirlerini seslendirmişti; mümkünü yok, hatırlayamam. Yine aynı yıllarda sahnelenmiş olan Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesi” adlı piyesini ise unutup gitmişim. Daha sonra “Akçadağ” okul dergisinde bu piyesin oynandığını okuyunca hatırladım. Oysa öğretmen ve öğrenci arkadaşların oynadığı bu oyunu ne kadar beğenmiştim. Bir de aynı salonun sahnesinde bir şiir okuma etkinliği düzenlemişti. Ben de kendi seçtiğim bir şiiri okumuştum o etkinlikte. Hele Dağlarca’nın “Oduncu” adlı şiirini edebiyat öğretmenlerimizden biri okumuştu ki o sahne hala aklımda capcanlı duruyor: Oduncu kıyafetinde biri sahnenin ön kısmında, şiiri okuyan görünmüyor: “Oduncuuu...” Yoksulluğun destanı sanki… Daha sonraki yıllarda Dağlarca’nın tüm şiirlerini okumuş olmamda bu şiirin muhakkak bir etkisi olmalı.
 
Sonra aynı salonda izlediğim Arif Sami Toker’i hatırlıyorum. Bir de onun söylediği “Boğaziçi şen gönüller yatağı” şarkısını. O günlerde aynı şarkıyı bazı arkadaş gruplarıyla neşe içinde tekrar ettiğimizi. Bir de “oryantal dans” izlemiştik o gece; okul müdürümüzü daha da sevmiştik. Hele ilk tiyatro zevkini tattığımız o gece unutulacak gibi değil. Konuyu tam olarak hatırlamasam da Cibali Karakolu’nu oynayan Nejat Uygur’u bir türlü unutamadım. O ne başarılı bir oyundu öyle. 
 
Bir de “Abrakadabra” adı kalmış aklımda. Öyle dedilerdi. O muydu, bir başkası mıydı; bilemiyorum. Ünlü bir “Illusionist -sihirbaz olmalıydı. Bir hayli eğlenmiştik o gece de. Gözlerimizin önünde bir arkadaşımızı ipnotize etmişti adam. Şaşmasak ya; şaşmıştık. “El çabukluğu marifet, ne sihirdir ne keramet” havası içinde şapkanın içinden çıkan tavşan, ağzın içine alınan yalım şaşırtmıştı bizi…
 
Aynı salonda birçok film izlemiştik, bundan eminim. Ama hangi filmler, adları neydi, hepsini unutmuşum. Kaldı ki sinema o yıllarda tek eğlencemizdi bizim. Ayhan Işıklar, Belgin Doruklar, Muzaffer Temalar, Kenan Parslar, Ahmet Tarık Tekçeler, Muhterem Nurlar… İzlediğim onca filmden akılımda kalan sadece “Beyoğlu Güzeli” filmi. “Romeo ve Jul yet” filmini izlemiş gibi bir duygu içinde bulmuştum kendimi. Herhalde “mutlu son”la bitmemişti. Öyle olsaydı hala üzülmezdim o filme. Belki bu derece kazınmazdı aklıma. Ama hangi oyuncular oynamıştı; hiçbiri aklımda değil. “Cilalı İbo”yu okulda mı yoksa Malatya’da mı izlemiştim, unutup gitmişim. O çocuk aklımızla Cilalı İbo’nun tavanda ters gezme sahnelerini nasıl da zevkle izlerdik? Ama okul dönüşlerimde İstanbul’dan geçerken Beyoğlu Semtine doğru gayri ihtiyari baktığımı hala hatırlarım.



Nazmi Değirmenci, Sosyal Bilgiler öğretmeni 1977 Öğretmen Lisesi  mezunu

SİNEMAMIZ 
 Sabahında, tatlı bir sevinç var içimizde, hele bizim gibi yeni olan, 
birinci sınıfların kıpır kıpır yürekleri, haftanın son etüdünde yapıldı duyurusu, 
konser var sinema salonunda . Çoğumuz benim gibi içeriğinden bihaberiz, sinemaya 
yabancı değilim, şanslıyım, ilçeden geldim ve Darende’de sinema vardı ailece 
gidilirdi, çok önemli bir sosyal etkinlikti ilçe için, hatta susuz yaz filmini orada 
izlemiştim. 


Onun için 1970 de geldiğim öğretmen okulunda sinemayı pek yadırgamadım. Okuldaki, İlk köy enstitüsü öğrencilerin yaptığı bu sinema binasının  daha büyük uzun bir yerleşimi vardı, sahne salon ve makinist odasından mütevekkil  dört girişli, tahta sandalyelerden oluşan bu sinemada ısınma tertibatı, yoktu. derslikler haricinde kırk kişilik koğuş usulü düzenlenmiş sobası kaloriferi olmayan 
yatakhaneler gibi, sinema salonunu da nefesimizle ısıtıyorduk, sırtımızda kalın siyah 
yün kaşe bol paltolar, kimin umurunda üşümek, Soğuk sıcak vız gelir tırıs giderdi,


 işte o soğuk günde konser saati yaklaşıyor, salonun önünde hareketlilik artıyordu, 
heyecanlıyım güle oynaya geldiğim sineme salonunun önündeyim, salon girişinde 
bekleyen içeri giremeyen onlarca öğrenci… konser paralı ve içeri biletle alınıyor, 
çepte para yok , hayaller yıkık, hesaba katmamışım paralı olduğunu, o zaman 
üşüdüğümü hissediyorum, ayaklarım geri geri gidip, kenardan bir umutla bel kilerin 
hayalini kuruyorum. On bir yaşında sarışın tombul sempatik bir süt kuzusuyum, 
harçlığımı erken bitirmenin pişmanlığı, öğretisi işliyor ruhuma, adam olunuyor ama, 
amasını yaşayanlar bilir, bir dolmuş yanaşıyor salonun önüne, bizler merakla 
koşuyoruz, lakin büyük sınıflar çeviriyor etrafını, yine kenardayım, dolmuşun orta 
kapısı açılıyor , sarı saclı, modern giyimli bir bayan açılan kapıdan öğrencileri 
selamlayarak el sallamakta, olacak ya bir ara kenarda duran mavi gözlü sarışın 
öğrenciyle göz göze geliyorlar, öğrenci mahcup kaçırıyor gözlerini, ama tekrar 
baktığında bayanın dolmuştan inip kendisine doğru geldiğini görüyor, heyecanlı, 
artık karşı karşıyalar, eğilerek başını okşayıp, diz çöküp yanaklarını sıkarak, sen 
neden girmiyorsun? Diyor. soruya cevap boğazda düğümleniyor, ancak omuz 
silkeleyerek; işte diyebiliyor. Üşümüş küçük parmaklar o sanatçının ellerinde 
salonun kapına kadar geliyorlar, ön sırada beni izleyeceksin diyerek görevli öğrenciye 
benim misafirim önde oturacak diyerek , teslim ediyor. En önde oturuyorum biraz 
sonra devlet sanatçısı mütevazı beyefendi kimliğiyle hepimizin gönlünde yer eden 
bozlak üstadı, Neşet Ertaş ın hanımı Leyla Ertaş, hani o Yazımı kışa cevirdin bak 
gözümden akan yaşa dediği, şarkılarına konu ettiği leylası . On sıra tahta 
sandalyede oturan bu sarışın çocuk sinema salonuna her gittiğinde onu hatırlar ve 
leyla hanımı hayırla yad eder, o soğuk solonlar ona hep sıcacık gelir..
***
 Elektrik Teknikeri Sıtkı Ünsal

Akçadağ  Öğretmen Lisesi 1978 mezunu Mithat Ünsal

"Elektrik Teknikeri, okulun Sinemasını çalıştıran babası Sıtkı ÜNSAL'I anlatıyor.

Sıtkı usta, kendi elektriğini kendisi üreten Akçadağ Öğretmen Okulu’na (Akçadağ Köy
Enstitüsü) 1960 yılında teknik servis görevlisi olarak atanmış ve 1981 yılına kadar yine aynı
okulda görevine devam etmiştir.
Köy Enstitüsü Müdürü Şerif Tekben zamanında 1941 yılında
okulun elektriği sultan suyu
üzerine kurulan, elektrik santralinin sağlanmaktadır. Sistem yüksekten dökülen suyun kuvvetiyle çalışan bir türbüne bağlı
dinamonun ürettiği elektrik elde edilir. 


Sıtkı Usta ve okul personeli

Yıllar sonra akşamları ise elektrik Ruston marka İngiliz malı
bir makinenin devreye alınmasıyla elektrik üreten makine çalıştırılarak sistem destekleniyordu.
Ancak bir nevi lokomotif şeklinde mazotun yanması sonucu çıkan sıcak havanın tepkimesiyle
çalışan bu motorun takibi oldukça zordu, çünkü yağlaması bile her 15 dakikada bir elle
yapılmaktaydı.

Bu sistem yeterli olmamakta voltaj sürekli düşmekte ve makine aşırı ısındığı için
sık sık arıza yapıp elektrik kesintileri yaşanmaktaydı. Bu sebeple akşam etütleri yapılamıyor,
fırında hamur makineleri kullanılamayıp el ile yoğurulmak zorunda kalınıyor ve sabahları
ekmek çıkarılmasında aksaklıklar yaşanıyordu. Sıtkı usta göreve başladığında kendini bütün bu
sıkıntıların içerisinde bulmuştu . Ne kadar çaba sarfedilse de elektriğin düzensiz olması
sebebiyle sık sık cihazlar arızalanıyor, lambalar patlıyor Sıtkı ustada bunlara yetişmekte
zorlanıyordu.

 Bir süre bu şekilde koşturmaca içerisinde devam etti. Ancak elektrikteki bu
problemlerin bir çözümü olması gerektiğini düşünüp araştırmalara başladı. O zamanlar
piyasada dizel yakıt ile çalışan jenaratörler bulunmaktaydı, bu şekilde bir jeneratörün okuldaki
elektrik sorununu çözeceğini düşünen Sıtkı usta durumu okul yöneticilerine iletti. Okul müdürü
maliyet hesabı yapılmasını söyledi. Önce jeneratör bulundu ve nakliye, pano ve sistem
kurulumu için maliyet hesabı çıkarıldı.

1978 Akçadağ  Öğretmen  Lisesi Mithat Ünsal ve arkadaşları

 Okul müdürü durumu il milli eğitim müdürlüğüne iletti
ancak maliyet yüksek bulunduğu için bu talep kabul edilmedi. Ancak Sıtkı ustanın vazgeçmeye
niyeti yoktu. Nakliye ve kurulum işçiliğinin okulun araçlarıyla ve öğrencilerin de yardımıyla
yapılabileceğini dolayısıyla fiyatın yarı yarıya inebileceğini kalan yarısının da okulun döner
sermayesinden karşılanabileceği önerisinde bulundu. Maliyet düşünce bu öneri kabul edildi.

 1977 Akçadağ Öğretmen Lisesi


Bu sayede okula yepyeni Alman malı bir jenaratör alındı. Sıtkı ustada öğrencilerle birlikte canla
başla çalışarak 15 20 günlük bir sürede gerekli sistemi kurdular. Jeneratörün kurulup devreye
alınmasıyla daha önceden yaşanan bir çok elektrik problemi çözülmüştü. Bu işin ardından Sıtkı
ustanın durmaya niyeti yoktu. Köy Enstitüsü zamanı da hem yemekhane hemde sinema salonu olarak kullanılan binanın devamında fırın ve
o yıllarda okulun buğdaylarının toplandığı büyük bir hangar
bulunmaktaydı. Hangarda toplanan buğdaylardan ihtiyaç olan bırakılıp gerisi satılıyor ve
sonrasında hangar boş kalıyordu. Sıtkı usta öğretmen okulundaki görevine başlamadan önce
Malatya renkli sinemada makinistlik yapmıştı. Dolayısıyla hangarın da  sinema gibi
kullanılabileceğini düşündü. İlk olarak sinemanın o dönemdeki sahibi İbrahim beyle görüşüp,
fikir alışverişinde bulundu ve yardımlarını istedi. İbrahim bey de öğrencilerin sinemayla
buluşturulması fikrine sıcak bakıp memnuniyet duymuştu ve elinden geleceğini yapacağını
iletti. İbrahim bey’den olumlu dönüş alabilen Sıtkı usta fikrini okul müdürüne de aktardı.
Jeneratördeki azim ve başarısından dolayı okul müdürününde Sıtkı ustaya olan güveni tamdı
ve o da bu fikre sıcak baktı. Sıtkı usta öğrencilerle birlikte önce hangarı temizlediler. Daha sonra
marangozhanede sandalyeler yapıldı, hangara bir sahne kuruldu, perde kumaşları alınıp perde
dikildi, makine dairesi ve aileler için ayrı bir bölüm yapıldı. Bir tek makine eksik kalmıştı.
Makine alımı ile ilgili il milli eğitim müdürlüğüne başvuruldu. Onlarda bir kısmının okul döner
sermayesinden karşılanması karşılığında alınabileceğine onay verdi ve sonrasında makine de

alındı. 

Akçadağ öğretmen okulunun artık daha güzel bir sineması oldu. Sıtkı usta ilk deneme için renkli
sinemadan filmler alıp paketlerden çıkarıp makaralara sardı ve gerekli tüm hazırlıkları
tamamladı. Filmi çalıştırdıktan sonra içeride heyecanla bekleyen kalabalıkta bir uğultu başladı
“Ses, Ses…” film oynamaya başlamıştı ama ses yoktu. Sinemanın kurulmasına destek olan tüm
öğretmenler öğrenciler ve okul müdürü oradaydı ama sesle ilgili bir problem vardı ses çok
yetersizdi, bir çözüm bulunmalıydı. O gece Sıtkı ustayı uyku tutmadı. Kitapları karıştırdı
cihazları denedi ve uzun uğraşlar sonucunda bir çözüm buldu. Ertesi gün makine dairesinden
kablolar çekildi, 2 adet perdenin arkasına 2 adet te aile salonuna hoparlör bağlandı ve makine
çalıştırıldı ve tamamdı artık eksiksiz bir sinema salonu olmuştu. İlgililere haber verilip ilk
gösterim için toplanıldı ve ilk gösterim sorunsuz gerçekleştirildi. Daha sonra her hafta
Cumartesi günü bir film gösterimi yapılmasına karar verildi. Öğrenciler artık dört gözle hafta
sonunu bekliyordu. İlgi büyük olunca da ilerleyen zamanlarda film gösterimi daha güzel bir ortamda izlenmeye başlandı.
Bu süreçten sonra Sıtkı usta Akçadağ ilçesinin ileri gelenlerinden
birinin desteğiyle ilçeye de sinema kurdu. Sonraki süreçte hafta sonu bayram tatili v.s hiçbir
ayrım yapmadan kendisini tamamen okula ve okul işlerine adadı. Mutfak, çamaşırhane, fırın,
matbaa, marangozhane, su pompaları,sokak aydınlatmaları, yatakhanelerin, terzinin,
kooperatifin, lokalin, atölyelerin, santrallerin, sultan suyu santralinin, ses sistemlerinin bakım,
onarımı ve bunların yanı sıra öğrencilerin, komşuların, yakın köylülerin bozulan radyoları,
makineleri, diğer elektrik işleri derken bir ömür geçirmiş Sıtkı usta. Sıtkı usta 21 Şubat 1996
tarihinde vefat etti.

 Akçadağ Öğretmen okulu Uygulama İlkokulu 

 
Bu vesileyle Sıtkı ustayla birlikte öğretmen okulunda ve sultan suyu santralinde yaptığı görev
sırasında kendisine yardımcı olan Mustafa ERTAŞ, Hasan SÖĞÜT, Kalendar DEMİR ve Haydar
ERTAŞ ve diğer tüm öğretmen ve öğrencilerden vefat edenleri rahmetle anıyor, hayattaolanlara sağlıklı ömürler diliyoruz.


***
Şefika Nurdan Gökçay Ballı, Matematik öğretmeni, 1977 Öğretmen  Lisesi Mezunu
1
“1961 yılında Akçadağ öğretmen okulunda doğmuş ve 1979 yılına kadar tüm çocukluğum ve genç kızlığım orada geçmiş biriyim. Dolayısıyla birçok yaşanmışlıklar hafızamda çok taze ve bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip gitmekte. Film deyince anılarım arasında en özellerinden biri de Akçadağ öğretmen okulundaki sinema serüvenlerimizdir. 

Her cumartesi okulumuzdan Malatya şehir merkezine otobüs kalkardı. Akşamüstü döndüğünde otobüsün arkasında bir film afişi asılırdı. Çocuktuk, koşar gider o afişlere bakar ve filmin ismine, artistlerine göre ailecek gidip gitmeyeceğimize karar verirdik. Bu konuda genelde annemin sözü geçerdi. Ona göre gittiğimiz filmlerin ana teması aşk, sevgi olmalıydı. Öyle annemin tabiriyle "vurdulu kırdılı filmler" izlenmeye değmezdi. Otobüse asılan o film afişi daha sonra sinema salonu kapısına asılırdı. Öğrencilerin ve personellerin salona giriş yaptığı iki ayrı kapı vardı. Personel ve yakınları o zaman loca dense de bir balkondan izlerdi. Filmleri balkonun hemen arkasında rahmetli elektrikçi Sıtkı Ünsal amcanın filmleri oynattığı bir minik oda vardı. Onu camından ve balkonda oturan bizlerin arasından bir ışık kümesiyle yansıtırdı.
 Muhteşem filmleri tam filmin en heyecanlı yerinde bir kopuş olurdu yani arıza ve film kesilirdi. Salondan kopan protesto ıslıkları, uğultular şu an bile kulaklarımda. Hala "Buruk Acı, Selvi Boylum Al Yazmalım, Boş Beşik, Üç Arkadaş, Ah Nerede, Sultan, Seven Ne Yapmaz, Tatlı Dillim, Öyle Olsun" gibi birçok filme nerede rastlasam hala soluksuz izlerim. Film izlerken konusunu içselleştirip yaşayan birileri olarak Boş Beşik" filmindeki ağlayışımız; annemin, benim, kardeşlerimin kan çanağına dönmüş gözlerimiz, bizimle dalga geçen amcamın eşi rahmetli Yadigar Yenge ve onun Adile Naşit tarzı göbekten gülüşü nasıl unutulur?

***

Mustafa Berçin Akçadağ Öğretmen Lisesi 1976 mezunu, eğitimçi - yazar.
     Akçadağ  Öğretmen Okulu öğrencileri Sömestr tatiline giden Darendeli öğrenciler.
Mustafa Berçin, Fikri Demirtaş, İrfan, Osman Nuri, Necati, Hanifi, İbrahim,Mehmet Ali Alaaddin,Mevlüt,

Sanıyorum 1972 yılı aralık ayı idi. O hafta sonu Yılmaz Güney’in bir filminin afişleri asılmıştı duvarlara. Cumartesi akşamı gelmek bilmiyordu bir türlü. Ne dersler, ne de sınavlar vardı aklımda. Düşündüğüm tek şey filmdi. 14 yaşındaki bir çocuktum sonuçta. 
    Sayılı günler diyeceğim ama sayısız günler kadar zaman geçmişti sanki. Ama cumartesi geldi işte. Gelmişti ama talihim o gün bana yar olmayacaktı belli ki. Param yok. Harçlığım bitti. Sanki sözleşmişler gibi kimden istediysem borç olarak o gün, kimseden çıt çıkmadı. 
    Akşam saatleri. Sinema salonunun etrafında dolanıp duruyorum. Sulu sepken bir kar yağıyor. Üşüyen ellerimin farkında değilim. Bileti olan arkadaşlarım sevinçle salona giriyorlar. Kapıda şimdi ismini hatırlamadığım bir öğretmenimiz vardı. O günün nöbetçi öğretmenlerinden biri.
    Kapılar kapanmak üzere. Filmin başlamasına çok az bir süre kaldı. Bilet kontrolü yapan görevli öğrenci, nöbetçi öğretmen ve benimle beraber aynı kaderi paylaşan üç kişi. Onların da kim olduklarını şu an hatırlamıyorum. Belli ki onlar da benimle aynı akıbeti paylaşmışlar.  
     İçim burkuluyor. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. 
                                                      



***

                           
                                     Yıl, 2018                                 Yıl, 1976 öğretmen okulu son sınıf


Fikri Demirtaş, Görsel Sanatlar Öğretmeni, 1976 Öğretmen Lisesi Mezunu

“Akçadağ Köy Enstitüsü, yerleşkesindeki Öğretmen okulumuz büyüklü küçüklü binalardan oluşuyordu. Bu enstitü, Kurucu Müdür Şerif Tekben, Eğitim Başı Reyzi Pamir, öğretmenler, personel ve öğrencilerin imece ruhu ve bin bir emekle bozkırın ortasına inşa ettikleri modern bir köy modeliydi. Bu yönüyle Akçadağ Köy Enstitüsü halkın gönlünde bir destan olarak haklı yerini aldı. Yoksul köy çocuklarına bir yuva olma ve modern öğretmen yetiştirme hedefi maalesef uzun sürmedi. Tarihi mirasımıza sahip çıkılması adına bunları anımsatmakta yarar görüyorum.

                                                      Sevgi Yolu

Okulla yatakhane arasındaki yol Arnavut kaldırımıydı. Bu yola öğrenciler “ Sevgi Yolu”  adını koymuşlardı. Sinema ve tiyatro salonuna Sevgi Yolu’ndan giderdik. Adeta Sevgi Yolu ile aramızda duygusal ve etkileyici bir bağ vardı. 

Hafta sonları filim izlemek en büyük lüksümüzdü. Geceleri Lise kısmı, gündüzleri ortaokul öğrencileri yirmi beş kuruşa bilet alarak izlerdik. Bazı öğrencilere maddi durumuna göre okul idaresi öğrenci örgütü kararı ile bedava sinema giriş kartı verilirdi.
Salona girdiğimizde hepimizin yüzünde izleyeceğimiz filmin heyecanı olurdu. Sıralara geçip oturduğumuzda gözlerimizi diktiğimiz beyaz perdenin etkisi altına girerdik. Kuru tahta sandalyelere sanki birer askeri komutan  gibi büyük bir gururla yaslanırdık.



 Sinema makinesi Elektrikçi Sıtkı usta çalıştırırdı. Gong sesiyle sahne perdesi yavaşça açılırdı. Yüzümüzdeki heyecan bir kat daha artardı. Filmi izlerken kendimizi o kadar kaptırdık ki iyi kahramanları alkışla takdir; kötü kahramanları ıslıklarla protesto ederdik.  En fazla alkışı “Yılmaz Güney, namıdiğer Çirkin Kral” alırdı. Bütün hafta boyunca okul sıralarında, yatakhanede, yemekhanede kısacası her yerde izlediğimiz filmi her yönüyle değerlendirirdik.  Köy enstitülerinde ve Öğretmen Okullarında okuyan öğrencilerin çoğu eski Türk filmleriyle bu salonlarda tanıştı. 


        Bu salon sadece sinema salonu olarak kullanılmazdı. Salon neredeyse hiç boş kalmazdı. Öğrenciler hazırladıkları piyesleri burada prova eder ve sunardı. Folklor ekipleri çalışmalarını burada yapardı. Şiir dinletileri yapılırdı. Bu dinletilerde genellikle yer alırdım. 

Müzik öğretmenleri Gülseren Çığışar, Züleyha Cömert

Orta kısım öğrencileri arasında yapılan şiir okuma yarışmasında birinci olmuştum. "Ülkümüz" adlı okul dergisinin kapağını ve içindeki desenleri ben çizmiştim. Okulda yapılan Resim yarışmasında "Topal Asker" Deseni ile  birinci olmuştum.  Okul müdürü Cafer Toksun imzalı bir kitap hediye etmişti. Hala evimdeki kitaplığımda saklarım bu kitabı.Okulda kutlanan belirli gün ve haftalarda Resim bez yazı ve pankartları Resim öğretmenlerinin gözetiminde öğrenciler olarak biz yapardık.

Akçadağ İstasyonu( Karapınar Köyü)

Yaptığım araştırmaya göre bu sinema salonunda 1940 yılların kullanılan sinema makinesi uzun yıllar görev yapmış. Bu kocaman sinema makinesi tarihi eser sayılabilecek cihazlar arasında değerlendirilebilir. İlk dönem kurulan 21 Köy enstitüsüne de bu sulu sistem sinema makinaları gönderilmiş. 
Sinema makinesinin özellikleri şöyle: “ Sulu sistem ile çalışan bu makinalar o dönem için ileri teknoloji sayılırdı. Soğutma özelliğine sahip bu makinalar filmin yanmasını da engelliyordu. Sinema sarma makinesi de bulunuyordu. Filmler izlendikten sonra yeniden burada sarılıyordu. Bu sulu sistem sinema makinesi yıllarca kullanıldı.Sonra son teknoloji değiş marka  sinema makineleri kullanılmış. 

                                              Malatya Lisesi Okul Müzesi

Okulun diğer sinema makinelerini araştırmaya başladım. Malatya Lisesi( Turan Emeksiz Lisesi) okul müzesinde olduğunu öğrendim. Okul müdürü arkadaşım Yusuf Ziya İlhan ile müzeyi gezdim.


 Fotoğraflarını çektim. Bu sergide sinema makinelerinin yanı sıra, fotoğraf odasında kullanılan arandizör, fotoğraf makinesi, fotoğraflar, kitaplar;  pulluk, körük, Örs, bekçi saati gibi malzemeler de sergilemişti.
 Akçadağ Fatih Fen lisesinde de Akçadağ Köy Enstitüsü, İlk Öğretmen Okulu, Öğretmen lisesinin resmi evrakları arşivde bulunmaktadır. Bu okullara ait bazı dokümanlar, eşyalar, aletler okulun koridorlarında camekânlı dolaplar içinde sergilenmektedir. 

                                                               Akçadağ Fatih Fen Lisesi

Öğrencilerin fotoğrafları büyütülerek sergi salonun duvarlarına asılmıştır. Ancak üzücü olan on binlerce kitap çuvallara doldurulmuş halde arşivdedir.”
***
Nurten Ertaş Çolak, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Çocuk kitapları yazarı
 1987 Kilis Öğretmen  Lisesi Mezunu. 


Sene 1974. Babam Akçadağ Öğretmen  okuluna ait Sultansuyu Elektrik Santrali’nde işe girmişti. Şimdi anlatacaklarım bugünün gençlerine, çocuklarına garip ve inanılmaz gelebilir. Bugün onlar için çok sıradan olan birçok teknolojik alet ve araçları ben 1974 yılında ilk kez Öğretmen okuluna, Çobanuşağı köyünden kış mevsiminde atlarla taşındıktan sonra gördüm. Neler bunlar?  İlk kez okulun pikabına bindiğimde, dönme dolaba ilk kez binen bir çocuğun heyecanını duymuştum. Bir düğmeye basılınca ampulün içinde yanan ışığı küçük bir güneş sanmıştım. Telefondan ilk kez konuşma duyunca babamın bana anlattığı masallardaki cinler konuşuyor sanmıştım. İlk kez gördüklerimin içinde en ilginci de beyaz perde üzerine yansıyan ve sürekli değişen görüntülerdi. Aklım erinceye kadar sinema görüntüsü ile gerçek hayattaki yaşamı birbirinden ayırt edememiştim. Bunun nedeni Türkçe bilememekle de ilgili olabilir. Çobanuşağı köyünde yaşayan köylülerin ana dili Kürtçeydi. Akçadağ Öğretmen Okulunda sinemaya ilk tanıştığımda Türkçe bilmiyordum. 
       Bir çok kişi küçük çocukların reklamları nasıl izlediğini  gözlemlemiştir. Televizyonda reklamlar başlayınca küçük çocuklar birden dikkatlerini reklamlara verirler. Henüz konuşmayı bilmeyen bu çocukların hızlı değişen görüntü ve sesler dikkatlerini çekiyor olmalı. Ben de sinema salonunun balkonunda, babamın kucağında reklamları pür dikkat seyreden çocuklar gibi seyrederdim sinema filmlerini. Türkçe bilmediğim için konuşmaları anlamıyordum ama görüntüler beni büyülüyordu. Ara sıra aşağıdaki salonda oturan öğrencilerin alkış ve ıslık sesleri geliyordu. O da işe ayrı bir heyecan katıyordu. Ancak bizimle birlikte balkonda sinemayı seyreden ablalar, teyzeler, amcalar, babam niye ağlıyordu, hiç anlamıyordum. İşin daha tuhafı niye ağladığımı bilmeden sürü psikolojisiyle ben de ağlıyordum. Onların niye ağladığını ise ancak Türkçe öğrendikten sonra ve biraz aklım erince anladım. 


                                     Nurten hanım, öğretmen olarak görev yaptığı okulda" Sevgi yolunda..."

       Babam sinemaya gelmediği zaman Arnavut kaldırımdan yani Sevgi Yolu’ndan sinema salonuna doğru koştuğumu, salona girmek için her hangi bir teyzenin, ablanın eteğini bir kedi yavrusu sevimliliğiyle tuttuğumu dün gibi hatırlıyorum. Her defasında işe yarıyordu. Sinema salonuna girmeyi başarınca koşar balkonun kenarına çenemi dayar, filmi soluksuz izlerdim.
Şimdi gençler, çocuklar merak edecek televizyonu ne zaman ilk kez gördün? Televizyon…Onu çok sonra gördüm. Görsel zekam, Akçadağ Öğretmen Okulu’nda Türkçe bilmeden seyrettiğim sinemalar sayesinde gelişti. Edebiyata olan merakımı da burada izlediğim sinemalara borçluyum. 2001 yılında çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandım. İki yıl zevkle çalıştım. Arnavut kaldırımlı Sevgi Yolu’nda Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak da yürüdüm.

Fotoğraf Galerisi :

Okulun Mezarlığı

Yorumlar

  1. Ön çalışma ve araştırma gerektiren güzel, etkileyici bir yazı yazmışsınız. Fotoğraflar ayrıca yazıya bir zenginlik katmış. Emeğinize, yüreğinize sağlık.👏👏👏

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nurten öğretmenim , sizinde öğretmen lisesi mezunu olarak yazıya yaptığınız katkıdan dolayı teşekkür ederim.

      Sil
  2. Bu muhteşem araştırma için sizi candan kutlarım. Elinizden, yüreğinizden sağlığınız eksilmesin hiç. Çok sevgi dolu selamlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Atilla bey, Akçadağ Köy Enstitüsü yerleşkesinden yolu geçenlerden biri olarak yazmaya çalıştım. Teşekkür ederim.

      Sil
  3. Amcamın ilk mezunlarından ve babamın da son mezunlarından olan Akçadağ Köy Enst. ile ilgili yazını büyük bir heyecanla okudum. Eline, kalemine, yüreğine sağlık sevgili öğretmenim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adil bey, Akçadağ Köy Enstitüsü (Ş. Tekben İmece )grubunda birlikte aktif çalışan arkadaş olarak duyarlılığınıza teşekkür ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hekimhan - Basak Köyünde Kış Yarısı Geleneği Kuşaklar Boyu Yaşatılıyor.

Malatya'nın Ermeni Terzilerin Unutulmaz Anıları

HEKİMHAN- ULUGÜNEY İSTASYONU VAGON OKUL