AĞ TOPRAK ; BİR HEKİMHAN ÖYKÜSÜ

                               Fotoğraf: Hekimhan Medya

Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, 1952 yılının sabahı Hekimhan'da başlamıştı. Yücekaya'nın doğusundan süzülen ışık, Güzelyurt'un Keklicek bölgesine yayılıyordu, adeta bir sihir gibi. Ziyelli, Dursunlu, Sarıkız köyleri bu ışıkla aydınlanırken, Bayhacı evi ve Karaderede aynı ışıkla gümüşleniyordu.

Güneşin yeni aydınlattığı Hekimhan - Malatya tarihi yol, Gafla gediğinden giren deve kervanı Hekimhan' doğru yol alıyordu, Ziyaret kayası, uzaktan bakınca adeta bir anıt gibi duruyordu. Ebedeliği' ziyareti, çay boyu,   Han bağları ise rüya gibi yeşil bir manzara sunuyordu. Aydınlanma sırasında Yücekaya'nın yamacında sıralanan kerpiç evler vardı. Her biri ağ toprakla sıvalı, sıcak ve samimi görünüyorlardı. Gün ışığı, bu evleri adeta masalsı bir hale getiriyordu.

Güneşin ilk ışıkları Hekimhan'a vurmaya başladığında, Köprülü Mehmet Paşa Camii'nin minaresinden yankılanan sabah ezanı ile kasaba uyanmaya başladı. Müezzinin melodik sesi, Yücekaya'nın etrafında yankılanarak yayıldı, kasabanın kerpiç evlerine, toprak yollarına ve sakin bahçelere dokunarak pastoral bir hava estirdi.

Taşhan'ın sessiz sokakları, Köprülü Mehmet Paşa Camii'nin görkemli mimarisi, bir zamanlar Ermeni kilisesi olarak kullanılan hapishane, hükümet binası, istasyon, hastane ve okullar yeni bir güne hazırlanıyordu. Çarşıda ise dükkân sahipleri, kapılarını açarak günün işlerine başlamak için hazırlıklarını yapıyordu.

İlçede hem Sünni ve Alevi Türkmen nüfusu baskındır. Birkaç köy ve kasabada Kürt nüfusu da vardır.
İlçenin atmosferi, tarihi ve çağdaş dokuların birleşiminden oluşuyordu. Geçmişin izleri, bugünün yaşamıyla harmanlanarak Hekimhan'ın kimliğini oluşturuyordu. Her sabah olduğu gibi, kasaba sessiz ve huzurlu bir şekilde yeni bir güne adım atıyordu.
   
Hekimhan'ın tarih kokan sokakları, Selçuklu döneminin eseri sekiz yüz yıllık Taşhan'ın üç dilli kitabesi ( Ermenice, Süryanice  ve Arapça) sıcaklığını yansıtıyordu. Malatya - Sivas yolunun iki tarafı, tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi, dükkanlarla doluydu. Ahşap raflarla donatılmış, kepenkleri titizlikle kapatılmış dükkanlar, esnafın samimi gülümsemeleriyle dolup taşıyordu. İlçede her türlü ihtiyaca cevap verecek ustalar ve zanaatkarlar bulunuyordu. Fırıncıların sıcacık ekmek kokusu, lokantaların leziz yemekleri, tuhafiyecilerin renkli kumaşları, kırtasiyecilerin kalemleri ve defterleri... Her biri, çevrenin alışveriş merkezi olma özelliğini taşıyordu. Eskiden, uzak coğrafyalardan kervanlarla gelirken bugün modern taşımacılığın yerini almış olsa da, Taşhan hala o geçmişin izlerini taşıyordu. Arapkir'den, Malatya'dan, Sivas'tan ve hatta Şam'dan gelen kervanlar, yüzyıllar öncesinin ticaretini canlandırıyormuşçasına hatırlatıyordu. Develer, atlar ve eşeklerle yüklenmiş çeşitli mallar, kutnu kumaşlar ve ipekler, Hekimhan'ın tarihine renk katıyordu.

Cuma Günü Pazar Yeri

Hekimhan'da Cuma günleri, köylülerin şehre inme günüydü. Sabahın erken saatlerinden itibaren, çevre köylerden gelen insanlar, atlarını, katırlarını, eşeklerini ve öküzlerini yükleyerek yola koyulurlardı. Herkesin gözünde o gün, çarşı adeta canlanırdı. Çünkü Cuma, kutsal bir gündü ve tarlalar, işler dinlenirken, insanlar ibadetlerini yerine getirmek ve alışveriş yapmak için harekete geçerlerdi.

Ancak Cuma, çifte çubuğa gitme günü değildi. Hayvanlar da dinlenirdi, çiftçilerin yanı sıra onlar da istirahat ederdi. Köylüler, yanlarına küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarını, peynirlerini, yağlarını, yumurtalarını, tahıllarını ve meyve-sebzelerini alarak şehre inerlerdi. Pazarda satışlarını yapar, kazandıkları parayla da ihtiyaçlarını karşılarlardı.

Cuma günleri kurulan büyük pazar, adeta köy panayırını aratmazdı. İnsanlar, tren yolu ve kara yoluyla şehre daha rahat ulaşmaya başladıklarında, bu hareketlilik daha da arttı. 1937 yılında Sivas-Malatya arası tren yolu yapıldığında, ulaşım daha da kolaylaştı.

Ve bu kalabalığın arasında, Taşhan'ın girişindeki dükkanında Sanco Ali'nin manifatura ve tuz satışı yaptığı dükkanı vardı. O, sadece ticaret yapmazdı; kış aylarında köyüne dönemeyen müşterilerini evinde misafir ederdi. Bazı köylülerin posta yoluyla gelen mektupları ise dükkanının adresine gelirdi.

Her Cuma, şehre inen köylülerin koşuşturmasıyla birlikte, Hekimhan'ın çarşısı adeta bir cazibe merkezi haline gelirdi. Bu, sadece alışverişin yapıldığı bir gün değil, aynı zamanda toplumun bir araya geldiği, dayanışma ve ticaretin en yoğun yaşandığı bir gün olarak bilinirdi.


                            Dedem Sanco Ali Demirtaş 

Sanco Ali, ilçenin gözde simalarından biriydi. Yetmiş yaşına rağmen, uzun boylu ve çakır gözlü haliyle hala dikkat çekiyordu. Saçları ağarmış, sakalları gürdü. İlçenin sosyal yaşamında önemli bir yere sahipti ve sözü geçen, ağırlığı olan bir kişiliğe sahipti.

Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarından biriydi. İşte bu nedenle bacağında hala taşıdığı mermi izi, geçmişte yaşadığı büyük mücadelelerin bir hatırasıydı. Atlı Milis güçleri içinde yer almıştı.

Hacı Ömer Garipağa

Malatya  Milletvekili  Birinci Dünya  Savaşında  kurduğu Milis güçleriyle destekledi. 1920'de  Malatya  Milletvekili   Seçildi.

 Sanco Ali, sadece geçmişiyle değil, aynı zamanda güçlü duruşu ve karakteriyle de çevresindekilerin saygısını kazanmıştı. İlçede yaşanan her olayda adı geçer, her kararın arkasında onun imzası bulunurdu. Herkes ona büyük bir hayranlıkla bakar, geçmişteki kahramanlıklarını daima minnetle anardı.

Bugün bile Hekimhan'ın Türkmen Kızılbaş Alevi köyü Başkavak (Mihayil) köyünde, "Sancoğun harman yeri, ceviz ağacı, Acac cayırın başında 'Sancoğun evsun" yeri adı geçen yerler hala anılıyor.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, Sanco Alinin'in bacısının oğlu Kürt Ali (Ali Hasan Yetkin), İzmir'in Menderes köyüne yerleşti. Başka bir yeğeni ise Kangal'ın Deligaziler köyüne yerleşti ve torunları olan Bekir ve Ali Özdemir aracılığıyla aile bağlarını sürdürmektedirler.

Sanco Ali'nin evlilik hayatı, Hekimhanın taşlı, topraklı  sokaklarından başlayıp, Anadolu'nun sıcak topraklarında kök salmıştı. Beş defa evlenmişti, her biri de ayrı bir serüvenin başlangıcıydı. İlk eşiyle, Mehmet, Hüseyin, Hamza ve  Ömer adlarında dört çocuğu olmuştu. Ancak kader, onların arasına erken bir vedayla girmişti; düğününde damdan düşerek hayatını kaybeden on sekiz yaşındaki Ömer, Sanco Ali'nin yüreğini yaralamıştı. İkinci eşinden İsmail'i selamlayarak başlamıştı yeni bir hayata. Üçüncü eşi Helime Hatun'la çocuk sahibi olamamış olsalar da, sevgi dolu günler geçirmişlerdi birlikte. Dördüncü eşi dul Emine Hatun ise sessiz sedasız, ağırbaşlı bir kadındı. Üç çocuğuyla birlikte Sanco Ali'nin hayatına girmişti; Hanifi, Osman ve Nigar, onun için yeni bir aile demekti. Hasan, Ömer, Halil ve Raziye ise Sanco Ali'nin yüreğindeki sevgiyi taşıyan yeni neslin temsilcileriydi. Emine Hatun'un beyaz teni, iri ela gözleri ve sessiz duruşu, onu çevresindeki herkesin gözünde bir melek gibi yapmıştı. Sanco Ali'nin hayatı, her bir eşiyle birlikte yazılmış bir destan gibiydi, Anadolu'nun sıcak topraklarından yükselen bir serüven...



  Sanco Ali, 4. Eşi Emine Demirtaş ( Dedem, Babaannem)

Hekimhan'da, on altı yaşındaki Hasan, çevresindekileri hayrete düşüren bir olgunluk ve zarafete sahipti. Uzun boylu ve atletik yapısıyla dikkat çeken Hasan'ın, siyah dalgalı saçları rüzgarla dans ederken, iri siyah gözleri etrafa derin bir bakış sergiliyordu. Beyaz teni, dağların karla kaplı zirvelerinden esinlenmiş gibi dururken, yeni terlemeye başlamış bıyıkları, onun erkekliğinin ilk izlerini taşıyordu.
Her sabah, beyaz siyah alacalı atıyla birlikte Zurbahan Dağı'na doğru yol alırken, mahalle gençleri ve kızları, Hasan'ın geçtiği yolu gıpta ile seyrederlerdi. Onun giydiği güzel elbiseler, zaten doğal olan çekiciliğini daha da belirgin hale getirirken, mahalledeki genç kızlar Hasan'ın varlığını adeta bir hayranlıkla karşılardı. Hasan, sadece dış görünüşüyle değil, aynı zamanda iç dünyasıyla da etkileyiciydi. Cesareti, zekası ve nazik kişiliği, onu diğerlerinden ayırıyor ve on altı yaşındaki bu genç adamı, çevresindekiler için unutulmaz kılıyordu.
Sanco Ali, bağ evinden kır eşeğiyle çarşıya dükkânına giderken ve dönerken, yol üzerinde Marziya’nın Osman’ın evinin önünden geçerdi. Bağ evlerinin  sessiz sokaklarında, ceviz  ağaçlarının altından geçerken, gözü daima komşularının evlerine ilişirdi. Osman’ın evi, bağ evlerinin  en göz alıcı yapılarından biriydi. Osman'ın karısı Guçculu Hatice Hatun çok çalışkandı . Güzel ekmek yapardı. Dört çocuğu vardı. Biri kız üç erkek. 
Fadime, Bekir , İbrahim ,Nuri .  Fadime sıcak güneş altında çalışkanlıkla hareket ederdi. Kardeşlerine bakar,  kapının önünü süpür. Evi çok güzel perdah yapar. Anasına yardım ederdi. Dut ağaçlarının altında topladığı dutlarla  bakracını taşırken, güneşin ışığı onun esmer tenini ısıtırdı. Kara gözleri, neşeyle parlayarak çevresini süzerdi.
Marziyanın Osman Güven, eşi Hatice , çocukları Bekir, İbrahim, Nuri( Dedem, Anneanem)

Osman'ın kızı Fadime, her gün komşularının oğlu Hasan'ı gözlerdi. Onu, evlerinin önünden geçerken, kapı süpürürken ya da pınara su almaya giderken sık sık görürdü. Her defasında, Hasan'ı gördüğünde kalbi hızla çarpar, adeta bir çarpıntıyla dolardı göğsü. O an, Hasan'ın gözlerinin derinliklerindeki samimiyeti ve yüzündeki tebessümüyle büyülenmişti. Gözlerindeki parıltı, onu adeta bir büyü gibi etkisi altına alırdı. Fadime, onun yanından geçerken bir an için bile gözlerini ondan ayıramazdı. Hasan'ın varlığı, onun için sadece bir komşunun oğlu olmaktan çok daha fazlasıydı. Onunla geçirdiği her an, Fadime'nin kalbinde yeni duyguların filizlenmesine sebep olurdu. Ve bu duygular, zamanla daha da derinleşerek büyümeye devam edecekti. 
       
      Sanco Ali, her defasında Fadime’yi görünce içten bir gülümsemeyle selam verirdi. Kızın çalışkanlığı ve zarafeti, onun kalbini kazanmıştı. Bir gün, duraksamadan ailesiyle birlikte oğlu Hasan için karısı Emine hatunla görücü gitmişti.  Marziyanın Osmanı , karısı Hatice hatun  kızları  Fadime’nin içten beğenisini fark edince, hiç tereddüt etmeden evlatlarını  Hasan’a vermişlerdi. 

Sanco Ali'nin oğlu Hasan, henüz on altı yaşındayken evlendi. Fadime Gelin adındaki gelin, Hasan'dan iki yaş büyüktü. Bu, yörede sık rastlanan küçük yaşta evliliklerden biriydi. Ancak gerçekte, gelin alınırken oğlan için değil, evin işleri için bir yardımcı arayışıydı. Ev, ahır, bağ ve bahçe işleri için birine ihtiyaç vardı. Emine Hatun, evin işlerini artık tek başına yapamıyordu. Bu yüzden Hasan'ı hemen evlendirdiler. 

                              Hasan Demirtaş ( Babam)
                                                                          Ağ Toprak       
     
Eskiden Hekimhanın içinde köylerinde  genellikle  kerpiç evlerin içlerinde yaşanılıyordu. Çünkü, kerpiç soluk alıp veren bir malzemeydi. Kerpiç evler mis gibi toprak kokardı, doğa dostu çamurdan yapılıyordu. Yıkılsalar bile, yine doğaya karışıyordu.


 Kerpiç? Elenmiş toprağın suyla karıştırılarak içine saman serpilmesiyle oluşan bir malzemeydi. Karışım, ayakla çiğnenip ezilmek suretiyle çamur haline getirilir. Yaklaşık iki gün dinlendirilen çamur, tahta bölmelerden yapılı kalıplara dökülerek evlerin ana malzemesi olarak kullanılırdı. Yani, pişmemiş tuğladır…

                  
                      “Anadolu’da Konutun Öyküsü” Belgesel
                            Görsel alıntı : Darende- Balaban 

Kerpiç evlerinin harcında kadınların, çocukların emeği vardı. İçindeki insanla birlikte yaşayan, yaşadıkça da onarılarak yenilenen kerpiç evler her sene ağ toprakla evlerin damları, duvarları, tabanları perdah yapılırdı. Evin içerisine girince temiz, güzel bir görüntü veriyordu ağ toprak.         

Asbestli ağ toprak ( beyaz toprak) Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi Hekimhan'da da bilinçsizce kullanılıyordu. İnsanlar, asbesti evlerinin damlarına sermek, evlerini badana yapmak hatta küçük çocuklarda öllük yerine bile kullanılıyordu. Bebekler altını ıslatınca o da doğar doğmaz bu illetle karşılaşıyordu. Bu uygulamalar sırasında havaya karışan asbest lifler yoğun bir şekilde solunuyordu.

Hekimhan’da toprak evlerin damları, duvarları, tabanları her sene ağ toprakla perdah yapılırdı. Ağ toprak coğrafi olarak Hekimhan’ın her yerinde her köyünde bulunurdu. İstasyon tarafında çayda oturanlar, Malatya’ya doğru tren hattını takip edip demir köprülerin dağ yamaçlarından bu toprağı alırlardı…
                                                 
             
Fotoğraf: Hekimhan Yücekaya( Amcam Kızı Nutuş abla)

Yücekaya, gizemli bir figür gibi, kara kartalın kanatları gibi genişlemişti, Hekimhan'ı ay ışığında gözetlerken. Gecenin karanlığı, Ay'ın ışıltısıyla yırtılıyordu. Bağdaki evlerin ve ağaçların sessizliği doğaya hükmediyordu.

Sanco Ali'nin bağ evi önünde taş duvarlarla çevrili
avluda Asırlık bir dut ağacı vardı. Yuvarlak dolunay toprak damın tam karşısındaydı. Zurbahan serin bir yel esiyordu.

Hasan, toprağı getirmek için horoz ötmeden önce kalkmıştı. Kır eşeğini ahırdan çıkarıp palanının üstüne heybeyi yerleştirdi. Başharıktan, bağ evlerinin arasından geçip tarlaların arasındaki yola doğru ilerledi.

Kör tahtada kâtibin tepesini geçip bozkırın altındaki tepeye vardığında, kazma kürek kullanarak ağ toprağını eşeğe yükledi. Kan ter içinde kalmıştı. Biçimli ağzı, yeni terlemiş bıyıkları, kaşları ve kirpikleri ağ toprağa bulanmıştı. Hasan, çuvallara doldurduğu ağ toprağıyla eşeğin iki tarafına yükleyip bağ yoluna doğru yola koyuldu.

Hayvanın yükü ağırdı, bazen yolun ortasında duruyordu. Cam gibi parlak, iri gözleriyle Hasan'a bakıyordu. Hasan, hayvanın boynunu okşuyor:" Hadi Kıroğlan, yolu biliyorsun gidelim eve, hadi..." diyerek eşeğini dehliyordu.  

Gün iyice ağarmıştı artık. Sabahları, bağ evlerinde ilk önce yüzlerce çıngıraktan oluşan bir ses duyuluyordu. Sonra otlaklara yaymaya götürdüğü inekleri, koyunları ve keçileri güden çobanın sesi işitiliyordu: "Sürü geliyor ha. Hayvanları salıverin gayri." Bütün bağ evlerinin bahçe kapıları açılıp, hayvanlar çıkıyordu.


 
Hasan, ay ışığının altında toprak getirmeye gitmek için yola çıkmıştı, ancak çok uykusuzdu. Bir gün önce, Şıpşıpı'da Külüstür Hüseyin'in değirmenine un öğütmeye gitmişti ve iki gündür uyumamıştı. Gözleri zor açılıyordu ve kır eşeğin palanının arkasından tutunarak yürümeye başladı. Yavaş yavaş tozlu yollara gire çıka Dağınlı çeşmeye vardılar. İki yol vardı önlerinde. Birisi İğdelipeğ'e, diğeri aşşağı bağa uzanıyordu. Kır eşek, evin yolunu iyi biliyordu ve hiç duraksamadan sola saptı. Tarlaların içinden sırtlarındaki yükle tıslaya tıslaya aşağı bağa doğru süzüldüler. Taş sokunun yanından ceviz ağacının altından geçip büyük abisi Hüseyin'in evinin önündeki ara yoldan  geçtiler. Damda yatan üvey abisi Hüseyin'in kendi yaşındaki oğlu yeğeni Turan'ın horultusu geliyordu. Acar Ayşa'nın evinin altından dar sokağa sapmadan Başharık'tan geçip kendi evlerinin önünde durdular. Kır eşek artık adım atmadı. Kafasıyla bahçenin tahta kapısına vurdu. Ardından anırmaya başladı… Avluda, uyumakta olan Sanco Ali uyandı. Dönüp karısına seslendi: “Emineee, Emineee kalk, oğlan Ağ toprağı getirmiş…”
 
Emine Hatun, sabah namazına kalktığında hafif bir serinlik hüküm sürüyordu evde. Dip odada, çocuklarıyla birlikte yatan gelini uyandırmak için sessiz adımlarla hareket etti. Kayınbabasının bağırışları ve eşeğin huzursuz anırmaları, Fadime gelinin zaten uyanık olduğunu gösteriyordu.

Emine Hatun, alçak bir sesle Fadime gelinine yaklaştı ve kapıdan içeriye seslenerek, "Gelin, bahçenin kapısını aç. Hasan geldi, toprak çuvallarını sekinin yanındaki dut ağacının altına indirin," dedi. Fadime gelin, uykulu bir halde bağ kapısını açtı. Eşine dönerek, "Gelmişsin ama ses çıkarmıyorsun! Eşeğin palanını tutmuş ayakta uyuyorsun," diye seslendi.

Fadime koşarak bahçe kapasına gitti, eşeğin yularını Hasan'ın eliden aldı. Kocasının yüzüne baktı güldü. Yükü indirip eşeği ahıra götürdü. 

Hasan yüzü gözü toprak içinde ,  mintanı sökülmüş, göğsü açık ve ter içindeydi. Yükü birlikte indirdikten sonra, uykulu gözlerle içerdeki odaya değil de avludaki makatın üzerine elbiselerini çıkarmadan kütük gibi düşüp yattı.

             Hekimhan Zurbahan Dağı mezarlıktan görünüm.

        *****

Sabah güneşinin ilk ışıkları ufuktan belirmeye başladığında, Zurbahan tüm ihtişamıyla görünmeye başladı. Fadime gelin erkenden kalkmış, Başharık'tan bakır sitillerle suyu ocak önündeki büyük teştin içine döküyordu. Çuvallardan aldığı küreklerle ağ toprağını da suya ekledi. Toprak suya karıştığında, buhar gibi yüzüne vurdu. Fadime gelin, dizlerine kadar sıvanıp teştin içine girdi. Ayaklarıyla toprağı iyice yoğurdu. Teştin dışına çıkıp iğde ağacından yapılmış sopayla saatlerce karıştırdı. Yüzünden akan terler, teştin içine damlıyordu. Tekrar su ekledi. Karışım kıvamını alınca dinlenmeye bıraktılar. Yarın ev perdah yapılınca duvarlar, yerler yepyeni olacaktı! Kayınpederinden kocaman bir aferin alacaktı… Fadime gelin artık bağ evinin Han evinin toprağın içine bir avuç saman koyularak sulandırılmış çamurla yapılan sıvasını yapma vazifesini üstlenmişti.
                                                    


Gelin,  Fadime Güven Demirtaş (annem)

Yazın gelmesiyle birlikte, toprak damlar adeta yaşam bulurdu. Ay ışığının altında parıldayan yıldızların altında, serin serin yatışırken, toprak damlar huzur verici bir manzara sunardı. Tepsi tepsi salçalar, pekmezler ve erik ekşileri güneşin sıcağında olgunlaşırken, bezlere serili pestiller, dutlar, elmalar, armutlar, kayısılar nazikçe kurutulurdu. Pınar başlarına kurulan koca kazanlarda, bulgurun kokusu yayılırken, kaynayan bulgur taneleri adeta dans ederdi, serilerek kurutulmaya hazırlanırdı. Bu sahneler, yazın tüm bereketini ve doğanın cömertliğini yansıtırken, toprak damların yaşam dolu olduğunu gösterirdi.

Fadime gelin, her sabah herkes uyurken bir teşte ekmeği pişirir ve ardından tek başına dut ağaçlarının dibine dökülen dutları toplardı. Kaynı Ömer ağaca çıkar, dallara vurduğunda dutlar dolu yağmuru gibi dökülürdü. Küçük kayın Halil ve evin en küçüğü Raziye, Büyük Kayın Hamza'nın kızları Naciye, Nutuş, Fikriye, Şükran yengelerine dut toplarken yardım ederlerdi. Büyüklerle küçükler, haftalarca dut toplardı.

Dutlar kaynatılır, bundan pekmez ve pestil yapılırdı. Pekmeze iyi tutması için ağ toprak da eklenirdi. Pekmez kaynarken ortaya çıkan buhar, bulut gibi yayılır ve pekmez yapanlar bunu solumuş olurlardı. Her perdah yapımında kadınlar birkaç gün halsizleşir, nefes almada zorluk çekerlerdi.

     
                    Sıtma Savaş Şefi  Hasan Demirtaş( Babam)

Toprak evlerin perdah yapıldığı gün, beyaz toprakları ve beyaz damları seyretmek gerçekten büyüleyiciydi. Evlerin içine adım attığınızda, o güzellik sizi içine çekerdi. Perdah yapıldığı gün, evlere hatta sinek bile girmeye cesaret edemezdi. Ancak, asbest toprağın kuruduktan sonra süpürülmesi sonucu havaya karışan tozun, solunum yoluyla alındığında akciğer kanserine yol açtığı bilinmiyordu. Meğerse, bilmeden kullandıkları bu ağ toprağın Hekimhan'a düşman olduğu anlaşılıyordu... Birçok insan, ağ toprağının neden olduğu akciğer zarı kanseriyle mücadele ederken hayatlarını kaybetmişlerdi.

Bu gerçek, toprak evlerin masumiyetiyle birlikte, onlara gölge düşürüyordu. Her perdah yapıldığında, hem o güzellik hem de bilinmeyen tehlikenin farkına varılıyordu. Bu yüzden, toprak evlerin görkemi ve zararları arasındaki denge her zaman insanların kalplerinde yankılanıyordu.

     . 
                Hasan- Fadime Demirtaş , babam- annem( Arapgir)

Hasan Efendi'nin hayatının son dönemi, yaşlılığın ve hastalığın ağır yükleri altında geçti. Sıtma Savaşı'nda gösterdiği fedakarlıkların ardından, acı bir kaderle karşı karşıya geldi. Göğüs boşluğuna su birikmesi, nefes darlığı ve diğer belirtilerle mücadele etti. Akciğer kanseri teşhisiyle sarsılan Hasan Efendi, zamanla güç kaybına uğradı. Aylar içindeki bu acı süreçte, sağlığı giderek kötüleşti. Bedeni eridi, yürümede zorluk çekti ve sonunda Malatya'daki evinde seksen üç yaşında hayata veda etti.

Zurbahan dağı manzaralı Hekimhan'da aile mezarlığına defnedilmesi, yaşamının bir dönemine veda ettiği yerde sonsuz bir huzur buldu. Sıtmacı Hasan Efendi'nin ölümü, onun hayatındaki fedakarlık ve mücadelelerle dolu geçmişini, duygu dolu bir veda anına dönüştürdü.

Fadime Hatun, yaşını yüzüne yansıtan solgun bir yüzle, zamanın yükünü taşıyan bedeniyle, evin içinde küçük oğluyla birlikte sessizce yaşamaktadır. Alzehmir hastalığının pençesindeki unutkanlığı, zaman zaman onu küçük bir kız gibi yapar, geçmişin anılarını dalgın bir şekilde arayan gözlerini daha da solgunlaştırır. Malatya'nın sıcak topraklarında, evin duvarlarını sıvamak için Sanco Ali'nin kayınpederini bekleyen Fadime Hatun, her gün pencere önünde eşini yollarını bekler. Gözlerindeki umut, yıllar önce Hekimhan'dan gelip gelmeyeceğini merak ettiği Hasan Efendi'ye aittir. Sekiz yıl önce aramızdan ayrılan eşini özlemle anar, geçmişin hatıralarını sıcacık yüreğinde yaşatır.


           
                       Fadime Demirtaş 95 Yaşında ( Annem)

                                                          ****

Not: Hekimhanlı ilkokul öğretmeni ve halk ozanı "Birfâni" mahlaslı Metin Özer, kendi memleketi Hekimhan'ın yaşadığı sorunları derin bir duyarlılıkla ele alır. Özellikle, topraklarının kanserojen etkilerine dikkat çeken şair, Ağ toprağın göz ardı edilen hikâyesini dokunaklı bir şiirle anlatır. Bu eseriyle, Hekimhan halkına ve geniş dinleyici kitlesine bir uyarı ve düşündürme çağrısı yapar.

 Metin Özer" Birfâni"

AĞ TOPRAK

Eller işledikçe kara toprağı
Benim de aklıma geldi ağ toprak
Doğar doğmaz belliklermiş her sağı
Neslimize düşman oldu ağ toprak

Bu konu hakikat bu konu ciddi
Sabrı fena zorlar taşırır haddi
Gönüller perişan manevi maddi 
Oynadı yerini buldu ağ toprak

Bir adı ağ toprak bir adı asbest
Ne hava aldırır ne sağlam abdest
Haritanın öte yanları serbest
Hekimhan’ı esir aldı ağ toprak

Kınamayın dostlar dertliyim gene
Eksilmez üstüne koyar her sene 
Doktor şüphelendi girdik röntgene
Filmde bulut bulut kaldı ağ toprak 

Bu meret zehrini gizli saçıyor
Uğradığı yere hasar açıyor
Taydaşlarım erken erken göçüyor
Vallah ömrümüzden çaldı ağ toprak 

Felek bayram eder gayrı gam yemez
Saklar Hekimhanlım derdini demez
Lokman hekim gelse temizleyemez
Ciğerlerimize doldu ağ toprak

Birfâni ölse de ölmez bu kelam
Okuyan canlara ederim selam
Süründüren bir kansermiş vesselam
Özümüze çaynak saldı ağ toprak *

                                     Birfâni ( Metin Özer )


Fotoğraf Galerisi:

Sanco Hasan'ın oğlu Fikri Demirtaş 

            Emine Demirtaş ( Babaannem)
Sanco Ali dedem, Emine Demirtaş  ( Babananne), Hüseyin  Demirtaş  ve gelini İsmihan abla.

Mehmet - Hamza Demirtaş ( Amcam)

Hamza Demirtaş, Hacı Ahmet  Mutlu



   Soldan itibaren Kardeşler  Halil Demirtaş, Ömer Demirtaş, Hanifi Kandemir,
    İhsan Kandemir( yeğen), Hasan Demirtaş.  Oturan Bekir Demirtaş ( yeğen)



          
                         Amcam Hüseyin Demirtaş 

 Amcam İsmail Demirtaş 


                             Halil Demirtaş ( Amcam)


                          
                                Ömer Demirtaş ( Amcam)

 Osman  Kandemir , Bacısı Nigar Demirtaş 


Hasan Demirtaş, Ablası Nigar Demirtaş ( bibim)

 Raziye Demirtaş  Dönmez     ( Bibim)

Osman Kandemir ( Amcam)

Hanifi Kandemir ( Amcam)

 Osman  Kandemir , Emine Demirtaş ve Bacısı İnsaf Karı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hekimhan - Basak Köyünde Kış Yarısı Geleneği Kuşaklar Boyu Yaşatılıyor.

Malatya Hekimhan İlçesi Dursunlu Mahallesinde Dört Yüzyılık Ceviz Ağacı.