Süryani Kadim Mor Barsavmo Manastırı(Dilber Kalesi): Malatya- Pütürge Unutulmuş Bir İnanç Merkezi'ne Yolculuk
Mor Barsavmo Manastırı: Unutulmuş Bir İnanç Merkezi'ne Yolculuk
Malatya'nın Pütürge ilçesine bağlı Uzuntaş(Peraş)köyünde, tarihin derinliklerinde kaybolmuş bir hazine saklı: Mor Barsavmo Manastırı. Bu yazıda, bu eşsiz yapıyı keşfetmek için yaptığımız bir yolculuğun deneyimlerini ve manastırın tarihini sizlerle paylaşacağım.
"PÜTÜRGE (PERAŞ) DİLBER KALESİ
Perieş (Dilbersen) kalesi M.S. 450 yılında yapıldığı ve yapımında 10.000 askerin çalıştığı söylenmektedir.
Peraş ya da Dilber Kalesi olarak bilinen yerleşim alanı; Tepehan -Uzuntaş Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Tepehan’a 12 km. uzaklıkta, Malatya-Pütürge yolunun 55. km. de, Tepehan-Nemrut yolunun 30. Km. de bulunmaktadır.
Dilber Kalesi yerleşim alanı, merkez yerleşiminin kuzey-doğu yamacında, Şalyan Deresinin doğusunda yer almaktadır. Yaklaşık 300 m. yükseklikte olan yerleşim alanı doğu-batı doğrultusunda uzanmakta olup, oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. Şalyan Mezrasına hakim konumdadır. Savunma duvarlarının yıkılmış olduğu alanda kale kalıntıları mevcuttur.
Alanın tepe, kuzey ve güney yamaçlarında ve zirvesinde, kayaya oyulmuş basamaklara ve su sarnıçlarına rastlanmıştır. Alanın Bizans Döneminden başlayarak 13. yy. a kadar kullanıldığı seramik parçalarından anlaşılmaktadır. Alanda çok sayıda kazı çukuru bulunmaktadır.
Kalenin yapıldığı tarih tam bilinmemekle beraber, 1285 yılındaki depremde büyük zarar görmüştür. Savunma duvarları neredeyse tamamen yok olmuştur."
(...)" Pötürge/Pütürge kelimesi Kürtçe'de ''Püt'' (Tanrı heykeli, put) ile "ir-ür" (çoğul eki) ve ''geh'' (yer yapım son eki) eklerinin birleşmesiyle "Püt-tır-geh" şeklinde oluşur. Putu,Tanrısı bol olan yer anlamındadır.
Pütürge'nin eski tarihten gelen ismi ''MIRÜN'' idi. Burada yaşayan ve farklı diller konuşan yöre halkı bin yıldır buraya ''MIRÜN'' der ve herkes tarafından böyle bilinir. Ancak Türkiye'de 1940'lı yıllarda başlatılan yer isimlerinin değiştirilmesi projesiyle bu eski tarihsel isim ''Pütürge'' olarak değiştirilmişti. Pütürge'nin yakınında bulunan Nemrut, tanrı heykelleri ile ünlüdür. Bu nedenle heykellerin bulunduğu bu dağın yamacındaki bir köyün ismi gene aynı nedenlerle Pütürge'dir." Orhan ŞEN, Geçmişten Günümüze Pütürge (Şiro) Tarihi
Mor Barsavmo Manastırına gidiş hikayemiz
Adıyaman ve Çevre İlleri Süryani Metropolit Ğriğoriyos Melki Ürek ile Adıyaman Süryani Petrus ve Mor Pavlus kilisesinde yaptığımız bir sohbette 2010 yılında Metropolit Yuhanna İbrahim'in teşviki ile bir heyet halinde Mor Barsavmo manastırına zorlu bir patikadan çıktıklarını anlatmıştı. O günden beri o manastıra gitme fikri aklıma yer etmişti.
Fikri Demirtaş, oğlum Oğuzhan, Hasan Demirtaş
Adıyaman Gerger- Vank köyünden İstanbul'da öğretmen olarak görev yapan Süryani Araştırmacı Tarihçi yazar Muzaffer İris'le geçen yıl İstanbul'da tanışmıştım. Muzaffer beyle bir gün İstanbul'da buluşup sohbet ederken yazın Pütürge Uzuntaş Köyü ( Peraş) Barsavmo Manastırına gideceğini söylemişti.
Mardin Süryani Kadim Ortodoks Deyrulzafaran Manastırı Deyro Dkurkmo Süryani din adamı D.Gabriel Gawo yaptığımız sohbetlerimizde "Hocam Süryani Kadim manastırlarımıza araştırmacılar yazılarında Türkiye'de hep kale diyorlar . Bize ait ne varsa Romalılara yada Rumlar’a ve yahut Ermenilere mal ediyorlar bunu anlamış değilim….."diye sitimde bulunmuştu... örnek Barsavmo Manastırı demeyip " Dilber kalesi" dedikleri gibi. Gerçekten de Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun tescil karar yazısında' Dilber Kalesi' yazıyordu.
Süryani araştırmacı Muzaffer İris ile tanışmamız, bu maceraya atılmamızın ilk adımı oldu. Onun anlattıklarıyla, Mor Barsavmo Manastırı'na olan merakım iyice artmıştı. Bu kadim Süryani Mor Barsavmo manastırına tarihi yapıya ulaşmak için sabırsızlanıyordum.
Muzaffer yaz tatili için Adıyaman'a gelmişti. Bir kaç gün önce tlf'la görüştük. 15 Ağustos 2021 pazar günü Mor Barsavmo manastıra gitmeye karar vermiştik. Kültür Bakanlığından emekli eğitimci Adil Aktaş, ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından emekli eğitimci Kuluncak'lı Celal Yıldırım'la birlikte sabah erkenden Malatya'dan yola çıktık. Muzaffer beyde Manastırın olduğu Uzuntaş (Peraş ) köyüne Adıyaman İlçesi Gerger Vank köyünden bir araba tutmuş yola çıkmıştı...
Pütürge'ye Doğru Bir Yolculuk
Malatya - Elazığ yolu üzerinde İnönü Üniversitesinde sonra çiftlik köyünü geçtikten sonra
Pütürge - Nemrut yoluna girdiğimizde, karşımızda yükselen Beydağ'ının görkemli manzarasıyla karşılaştık. Yolculuk boyunca, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle dolu bu coğrafyanın güzelliklerini keşfettik. Kayısı bahçelerin arasından kıvrıla kıvrıla Yaygın köyünden itibaren yokuş tırmanmaya başladık. Çıplak dağların taşkın yamaçlarından kıvrıla kıvrıla çıkılan yolla kubbe dağına vardık.
Yol levhasında Rakım 1930 yazıyordu. Kışın geçit vermeyen türkülere, hikayelere konu olan kubbe dağı yolu genişletilmiş çok güzel olmuş. Artık eski püskü yolların yıllarca süren derdi tükendi. Eski Pütürge yollarında küçük tepeleri bile aşmağa güç yetmezmiş de çevresinden dolanıp gidilirmiş. Ve dağ başlarında insanların donduğu, kurtlara yem olduğu çağlar. Yerli halkın araba görmediği, motor sesi duymadığı çağlar.
Malatya'dan Pütürge' ye İki günde gidilen yeri şimdi 1,5 saatte gitmek. Uygarlık ve Cumhuriyetin gücü. Daha100 yıl öncesinde katırla, eşekle, atla ve yayan gidilen yerler. O günün insanının çileli yolculuklarında düşündükçe benim de yüreğim sızlıyor. Asfaltın uygarlık anlamına geldiğini en iyi Pütürge yollarında öğrendik. Cilalı kara şerit, güneş vurunca ayna gibi parıldıyordu.
Arabamız yavaş yavaş virajları alırken dağları, tepeleri, bayırları hep ağaçsız, hep çıplak gördük. Ama Pütürge Şiro çayına doğru inerken yolların iki tarafı meşe ve orman ağaçları ile kaplanmıştı. Pütürge yolu deyince aklımıza dağlara kıvrıla kıvrıla çıkan, dağlara döne döne dolanan inilen yollar gelir. Dağlara virajsız çıkılmıyor ki...
Kubbe dağının en yüksek yerlerinde güneşin ilk ışıkları parıldarken, tepelerde sarı örtüler beliriyor. Vadiler yavaş yavaş aydınlanıyordu...2150 metre, yükseklikteki Nemrut Dağı’nın zirvesi Pütürge'nin her tepesinden görülüyor, kutup yıldızı gibi.
Kubbe Dağı'nın sabah havasını ciğerlerimize doldura doldura gittik. İlk molamızı Kubbe dağını inerken yolun sağında Karamurad'ın benzinliğinde verdik. Arabamıza yakıt aldık , Nemrut ve Uzuntaş (Peraş) köyüne kadar başka benzinliğin olmadığını öğrendik. Fırından mısır ekmeği, pide aldık. Şehrin gürültüsünden ,insan kalabalığından ,yaşantımızın o bin türlü kaygısından uzak her şeyi unutmuş olmak ne iyi. Yolculuk ne güzel...Şiro çayı yatağı uzaktan görünüyordu.
Kahverengi yol levhalarında tarihi turistik yerleri, beyaz levhalarda köy yolları, köy adları kaç km oldukları yazılı. Yol üzerinde Kahverengi levha olarak yalnız Nemrut vardı. Mor Barsavmo manastırının / Dilber kalesinin kahverengi yol levhası yoktu... Malatya- Elazığ Pütürge yol ayrımında "Nemrut 77km yazılı Nemrut Heykelleri resimli bir pano asmayı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi, Pütürge İlçe Belediyesi demek ki gerekli görmemişler.
Pütürge belediye Başkanı yol boyunca onlarca panoya kendi fotoğrafını ve Büyükşehir Belediye Başkanı ile birlikte aynı panoda çalışmalarının afişini yaptırmış. Ama bir tane Pütürge'nin tarihi turistik yerlerini gösteren bir pano göremedik.
Tepehan merkez köy yol üzerinde Sağlık ocağı, Jandarma karakolu, alış veriş merkezi mevcut. Aliçeri, Ferikan yol ayrımında Nemrut 25 yazıyordu. Uzuntaş, Kayadere yoluna döndük yol asfalt. Yol üzerinde Jandarma karakolunda uzun bayrak direği. Yerden mavi göklere doğru dikine yükselen bu direğin başındaki ay yıldızlı bayrağımın dalgalanışı yurdumuzun her tarafında dalgalanan bayraklarını Pütürge dağlarının selamlarını gönderir gibi.
***
Malatya'nın Pütürge ilçesinin merkez nüfusu genel olarak Sünni Türklerden oluşmaktadır. İlçedeki 62 köyden dördü Alan Aşireti Hüsükuşağı Bölükkaya(Hosıxhan), Gündeğer(Maraso), Karşıyaka(Pihozkan), Örmelidir( Zarato) Kürtçe konuşan Alevi köylere ev sahipliği yapmaktadır. Diğer köylerde ise Sünni Hanefi mezhebine mensup Kürtçe konuşan insanlar yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar, Türk aşiretlerinin zamanla dile dayalı olarak Kürtleştiğini göstermektedir. Bu köylerin tamamı Türkçe okuyup yazabilme özelliğine sahiptir. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Anadolu'da yüzyıllarca birlikte yaşayan Türk, Kürt, Zaza, Ermeni, Süryani, Rum, Yahudi ve Çerkez gibi farklı etnik ve dini yapıdaki insanlar, uzun süreli bir birliktelik yaşamışlardır. Anadolu'da birçok medeniyet ve devlet kurulmuş ve yıkılmıştır.
Yunus Emre ne güzel demiş
" - Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan, mülkte yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Milletlerde böyle oyalanmış bu topraklarda. Bu coğrafyanın ilk sahibi acaba kim derseniz ? İnsanlar...
Yol levhası Tepehan 18 km Nemrut 48 km. yazıyordu. Biraz ilerde yol ikiye ayrılıyor sol tarafta Pütürge, Doğanyol ilçesi levhası var. Tepehan, Arğuça ayrımında orman meşeden, çama döndü. Hiltop tesisleri Malatya Büyük Şehir Belediyesine ait levha vardı.
Dağ sayfiye İrtifa yüksek, Hava hem temiz hem serin; Bol bol akan sular, bağlar, meyve bahçeleri huzur, sükun ve inziva... Batıdaki büyük şehrin yazlıklarından hiçte aşağı değil. Dünyayı unutup , dünyanın kayıtsızlığını duymak; dünya bir yana biz bir yana olmak. İşte Anadolu'da böyle yerlerin sırrı...
Bir gün öncesinden Muzaffer İris Uzuntaş muhtarı ile tlf'la görüşmüş. Muhtara manastıra kaç kişi gideceği bilgisini vererek, köyden bize mihmandarlık yapacak bir adam ayarlamasını söylemiş.
Muhtarda bizim manastıra gitmek için geleceğimizi Jandarma komutanlığına , koruculara 3 kişi Malatya'dan, 2 kişi Adıyaman Gerger Vank köyünden gelerek, köyden bir kılavuz öncülüğünde Mor Barsavmo manastırına çıkıp fotoğraf çekeceğimiz söylemiş. Muhtar aracılığıyla manastıra çıkmak için izin olayı almış olduk.
Pütürge Uzuntaş (Peraş )
Dar virajı yollardan Peraş'a vardık. Köyün Camisinin önünde durduk. Köy yolları çok dar. Yol ayrımına kadar asfalt sonrası köyün içine kadar stabilize yol. Köy 100- 150 hane köyün çoğu tepede yamaçta sırtını Dilber kalesine vermiş. Evlerin bir kısmı yol kenarında bir kısmında vadide bahçelerin içinde. Malatya'dan gelen grupla , Gerger'den gelen arkadaşlarla köyün camisinin önünde buluştuk. Muzaffer bey tlf'la muhtarı arayarak köye geldiğimizi bildirdi.
İlçe, arazi olarak engebeli ve sarptır. Düz arazi yok denecek kadar azdır. İlçe toprakları Fırat Nehri’ne dökülen Şiro Çayı’nın geniş vadisinin tabanı ile bu vadi etrafında bulunan dağlık kesimlerden oluşur. Yerleşim yerleri dağlık ve tepelik alanlarda yoğunlaşmıştır. Bunun için tarıma elverişli arazileri dağ ve tepelerin yamaçlarında bulunmaktadır. İlçeye bağlı köylerin tamamında tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Bölge halkı gelenek ve göreneklerine bağlıdır.
Genellikle Cumhuriyetten sonra her köye bir okul projesi ile cami ve okul birlikte devleti temsil eden kurumlardı. Köyün toplumsal ve ekonomik merkeziydi. Seyyar satıcılar ve çerçiler, okulun caminin önüne tezgah açar, okulda toplanıp istişare ederlerdi.
Memleketin coğrafi tezatları ve siyasi ekonomik kararlar, nüfus artışı, eğitim, sağlık gibi nedenler köyden, kente göçü tetikledi. Yolların yapılması ulaşımın daha iyi olması bile bu göçü durduramadı. Köylerde okullar birer birer kapatıldı. Çareyi taşımalı eğitimle çözmeye çalışıldı. Artık okulların bayrak direklerinin gönderinde bayrak dalgalanmıyor, artık çocuk çığlıkları duyulmuyor. Köy okulları harabe halindedir. Bu durumdaki okullar mutlaka köy müzesi, köy evi olarak yeniden dizayn edilebilir. Köylerde 5- 6 cemaati belki daha az olan camiler açık. İmamlar görevli. Hiç olmasa ilkokullar yeniden açılmalıdır. Köylerde camiler göğe yükselen minareleri ile yalnız kaldı.
Dağlarda, iklimin güvenlik kaygısından daha büyük rolü olduğundan, köy evleri ahşap olarak ya da duvar örülerek inşa edilmiş. Karın birikmesini önlemek için damlara eğim verilmiş saç örtü yapılmış. Uzaktan güneş vurunca parlıyor . Güneş alsın diye evlerin cephesi güneye bakıyordu. Evler birbirine çok yakın yapılmışlardı. Evlerin arasında sokaklar vardı. Köy mezarlıkları arazi dağlık olduğundan genellikle köy girişlerinde yol kenarlarında sırtlara tepelere yapılmış.
Yol üzerinde ana yoldan ayrılan köy adları ile uzaklık rakamları yazıyordu. . Hamiştan, Gürşan, Broje, Hojen vb. İnişe yakın yerde sağda Çayköy dağınık serpme evlerle kurulmuş köy gördük.
Ülkemizde yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi " Tarihi hafızayı silmekte ve karışıklıklara sebebiyet vermektedir. Yüzlerce yıldır yerleşim yeri olarak kullanılan tapuda, nüfusta, sağlıkta, vergide yazılan, isimler nedense değiştirilmekte yörenin anadiline kültürüne coğrafyasına uygun olmayan yeni isimler verilmekte. Bu durum bazı sıkıntılara sebebiyet vermekte. Hatta yazılış şeklide yanlış yazılmaktadır.
Özellikle Dilber Kalesi olarak da anılan bu Mor Barsavmo Manastırı tarihi yer, bir zamanlar Süryani halkı için önemli bir dini merkezken, bugün yalnızca bir “kale” olarak anılıyor. Bu, Süryani kültür mirasının nasıl göz ardı edildiğinin bir göstergesi. Ayrıca bölgedeki yer adlarının değişmesi, bu kültürel hafızanın daha da silinmesine yol açmış durumda.
Birliğimizi, bütünlüğümüzü, hareket noktası soy sop din tefreikasında aramaktansa hangi coğrafyanın ve iklimin insanları olduğumuzu öğrenmeliyiz. Bizim insanımız kimsin diye değil, daha önce nerelisin diye sorar. Vatan, yaşadığımız coğrafya her şeyden önce gelirmiş meğer. Herkesin inancı kendine. Saygı duymak lazım. Bize lazım olan da bu gerçeği sahiplenebilmektedir!
Ulaşım ve teknolojinin gelişmesi ile köylerde yaşayanlar ya da gurbete gidenler. Ekonomik durumu iyi olanlar köy yolunun kenarlarına ,bahçelerine villalar 3-4 katlı binalar yapmaya başlamışlar. Mevsim itibarıyla köylerine bağlarına bahçelerine dönen köylülerin evlerinin önünde çok güzel arabalar vardı. Tabii çoğu İstanbul plakalı. Her gün bir otobüs Pütürge' den İstanbul'a sefer yaparmış.
Muhtarın görevlendirdiği rehberi Cemal Çeberi Kayadere köyünün yol ayrımında aldık.
Kayadere köyü 1550 rakımdı. Rehberimiz Dilber kalesine güney yönden çıkmamız önerdi. Yol üzerinde arabayı bırakıp dağa tırmanmaya geçtik. Şoför arabaların yanında kaldı.
Rehber önde tek sıra halinde sırtımızda çantalarımız bir süre orman işletmesinin paletli kepçe ile açtığı yoldan çıktık. Yaşlı meşe ağaçlarını kesmek için açmışlar. Çevrenin bitki örtüsü küçük, büyük meşe palamutları ile yeşilleniyor. Köylüler mazı toplayıp satıyorlarmış ilaç sanayide kullanıldığını rehberimiz söyledi. Meşe, Sumak, melengiç / sakız ağaçları ile solmaya yüz tutmuş otsu bitkiler vardı.
Manastıra çıkarken öğlen saati güneş tepemizde yanımızda yükselen yalçın kayalar güneş altında kızmışlar bize ateş altında püskürüyorlar. Yer yer kırık taşlar üstünde yürüdükçe hareket edip aşağıya doğru yuvarlanıyorlar. Meşe ağacı altında ilk molamızı verdik. Her taraf keven bitkisi. Sararmış kurumuş. Terlemeye başlamışız. Nefes nefese kaldık.
Muzaffer İris manastıra doğru yürürken birden aklına Hristiyanların Üzüm Bayramı , Meryem ananın göğe yükseldiği gün manastırda dağıtmak için aldığı üzümü evde unuttuğunu söyledi. Bu konuşmayı bitirdikten biraz sonra bir mucize oldu sanki, karşımıza yamaçta yabani üzüm asmaları görünce hepimiz nasıl sevindik. Hemen teveklerin arasını baktık. Muzaffer öğretmen daha tam olmamış( koruk) bir kundak üzüm buldu. Sırt çantasına koydu.
Doğal yoldan tahrip olan yollardan manastırın olduğu yere vardık. Harabeyi gezdik. Manastır dağın zirvesinde Arabanın gittiği yerden en az bir saat yürünüyor. Tahribatı ağır. Manastırın, sadece birkaç duvarı kalmış ve gerisi yıkık durumda. Defineciler sıkı çalışmış.
Manastırdan aşağıya kuşbakışı bakınca geniş bir panorama her taraf ayağımızın altında. Şalyan vadisi, vahşi dağ manzaraları. Dağların güneye bakan yamaçlarında irili ufaklı köyler serpilmiş. Manastırın harabelerinin, kalenin tuğla, seramik ve küp parçaları objelerinin fotoğrafını çektik.
Manastır yalçın kayalar üzerinde kale surları devam etmekte , manastır kartal yuvası gibi kayaları üzerine yapılmış. Aşağısı uçurum. Pütürge gerçekten müthiş dağlık, ulaşımı zor, muhteşem manzaraları dolu bir memleket. Yangın, deprem , doğal aşınma , daha fazlası defineciler tarafından köstebek yuvası gibi her taşın altı kazınmış . Daha büyük zararı bu tarihe düşman tez elden zengin olmak isteyen defineciler tarafından zarar verilmiştir.
Güneşte gökte daha çok yükselmiş, daha çok patlamış, bizi daha çok ısıtmaya başlamıştı. Böyle günlük - güneşlik bir günde bu kalenin manastırın harbeleri arasında hepsi birer tarih, birer efsane olmuş olayları bir Süryani tarihçisi Muzaffer İrisin ağzından dinlemek ... Mistik bir hal doluyor içimize.
Mor Barsavmo Manastırı’nın tarihi, erken Hristiyanlık dönemine kadar uzanıyor. Manastırın ilk inşa edildiği dönem, Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlık üzerindeki baskıları ile Süryanilerin bölgedeki varlıklarını koruma mücadelesine sahne olmuştu. Bu kutsal yapı, bir süre hem ibadet hem de sığınma merkezi olarak kullanılmıştır. Süryaniler için dini ve kültürel bir simge haline gelen manastır, yüzyıllar boyunca birçok kez onarımdan geçmiş olsa da bugün maalesef oldukça harap bir durumda. Bu durum, bölgedeki tarihi eserlerin korunması konusundaki yetersizlikleri bir kez daha gözler önüne seriyor.
Muzaffer İris 15 Ağustos üzüm gününe ait açıklamalar yaptı. " Bu gün 15 Ağustos 2021 Katolik ve Ortodoks Hristiyanlıktaki en büyük bayramlardan biri olan Meryem’in Göğe Alınışı Bayramı, kilise geleneklerine göre, 15 Ağustos günü veya ona en yakın Pazar günü kutlanır. Bu bayram, İsa Mesih İmanlılarının ölümden sonra Tanrı’yla birlikte göğe alınacakları ve sonsuz yaşama kavuşacakları inancının da göstergesi ve örneği olarak kabul edilir. Kilise geleneğine göre Meryem Ana, öldükten sonra İsa Mesih annesinin bedeninin çürümesini istememiş ve yeryüzüne inerek onu göğe yükseltmiştir. Bu nedenle Meryem Ana’nın ölüm yıldönümü, bir anma töreni olarak değil, oğluna kavuşması ve göğe yükselmesi nedeniyle bayram olarak kutlanmaktadır." Meryem ana adına ayinler yapılarak üzüm dağıtıldığını söyledi. Muzaffer beyde bu kutsal günde manastırın yamacında bulduğu üzümü çantasından çıkardı . Bir kundak üzümü aramızda pay etti.Manastırın zirvesinde üzümü yedik. Hepimizin unutamayacağı bir anısı oldu.
Manastırın inişinde bir mola verdik. Oysa çıkışta beş mola vermek zorunda kalmıştık. O çevik dağ keçileri manastırdan inerken araba yolunun kenarındaki asırlık çınar ağacının altından meşeliklere doğru kaçtı. Fotoğraf çekmeye bir fırsatımız bile olmadı.
Süryaniler , Mor Barswmo Manastırı
"Süryanilerin anadili dünyanın en eski dillerinden biri olan Aramice'dir. Kutsal kitapların bir çok bölümü bu dille yazılmıştır. Peygamber Daniyel'in peygamberliği. Kutsal incil'in Matta bölümü... gibi Hıristiyanlık tarihinde ilk Ayin'in Kudüs'te Süryanice yapılması, Rab İsa Mesih, öğrencileri ve Meryem Ana'nın bu dili kullanması, onun diğer tüm dillerden üstün olduğunu görmek açısından yeterli olsa gerek.
Süryaniler Mezopotamya'da bu ilklerin milleti olmanın haklı gururunu taşıyor. Dünyanın kitlesel olarak Hıristiyanlığı benimseyen ilk toplumudur. Dünyanın ilk Üniversitesi olan Harran Üniversitesi'ni Süryani bilginler kurmuştur. Dönemin Yunan filozof ve bilginleri ile Arap bilginleri arasındaki köprüyü kuran Süryani bilim adamlarıdır. Yakın tarihe geldiğimizde ise, Güneydoğuya ilk matbaayı getirenler yine Süryanilerdir." Zeki Demir
Mor Barsavmo Manastırı, yaklaşık 300 yıl Süryaniler Patriklik makamı olarak kullanılmıştır. Daha sonra Ermeniler kilise olarak kullanmıştır. Manastır alanı defineciler yüzünden delik deşik edilmiştir. Bölge, 2010 yılında 1. derecede arkeolojik sit alanı ilan edilmiş ancak halen sahipsiz, korumasız olarak bulunmaktadır. Büyük Süryani Mihael'in mezar yeri de halen burada sahipsiz durumdadır.
Süryani Patrik Mor Mihael Rabo Süryani Kilisesi'nin en önemli isimlerinden birisidir. "Süryani Mihael" meşhur kroniğinde dünya tarihini yazmıştır. Bu eser halen bilimsel çalışmalarda döneminin en önemli referans kaynaklarından biri sayılıyor. Patrik Mor Mihael, yaptığı büyük hizmet ve çalışmalardan sonra 73 yaşında vefat ederek 7 Kasım 1199'da inşa ettirdiği Mor Barsavmo Manastırı'ndaki kilisede defnedildi. Manastırı'nın yeri uzun bir süre boyunca unutuldu. Tuhaf bir şekilde bu yeri araştıran, bulup ziyaret eden olmadı. 1953 yılında André Maricq (1925-1960) isimli Belçika'lı araştırmacı, Komagenne topraklarına (Adıyaman /Malatya) yaptığı seyahati sırasında tespit ettiği bulguları Polonyalı Bizans tarihi uzmanı Ernest Honigmann (1892-1954) ile paylaştı. Honigmann, Maricq'in bulgularına göre unutulmuş ve yeri bilinmeyen Mor Barşauma Manastırı ile ilgili bir kitap yayınladı. Fakat bu kitap dar bir bilim çevresi dışında Manastıra yönelik ilgiyi gene de canlandıramadı.
MALATYA / PÜTÜRGE UZUNTAŞ (PERAŞ ) BARSAVMO MANASTIRI TARİHİ
Mar (Mor) Barsavmo Manastırı, içinden geçilmesi imkansız dağların ortasında ücra bir yerde bulunmaktadır. Buna rağmen bu manastır Orta Çağ'da Kommagene 'de Hristiyanlık için özel bir önem teşkil ediyordu.
11. ve 13. yüzyıllar arasında manastır, belirli aralıklarla Süryani Ortodoks kilisesi Patrikliği’nin merkeziydi. Süryani Hıristiyan cemaatinin önemli şahsiyetlerinden, Hıristiyan bir yazar olan patrik Süryani Michael, 1199 yılında ölümüne kadar burada yaşamış ve çalışmış.
Bulunduğu konumun uzaklığından dolayı manastırın bulunduğu alanı az sayıda gezgin ziyaret etmiştir. Bugüne kadar alanda herhangi bir arkeolojik araştırma yürütülmemiştir.
Barsavmo Manastırı’nın kilisesi.
Ulaşım: Manastır, Malatya İl'ine bağlı Uzuntaş (önceden Peraş olarak bilinen) köyünün yakınında yer almaktadır. Koçhisar'dan (Eski tahta /Arsameia) başlayan, bir yol (yerel halk tarafından “Eski Malatya Yolu" olarak bilinen) tahta (ayı vadisini takip eder ve yaklaşık 30 kilometre sonra Uzuntaş Köyü’ne ulaşır. Bir zamanlar yoğun olarak tahkim edilen manastırın kalıntıları köyün güneydoğusunda, 1600 metre yükseklikte büyük bir dağ sırtının en uzak çıkıntısı üzerinde yükselmektedir.
Tanrıların Tahtları: Kommagene Torosları
Mar (Mor) Barsavmo Manastırı, içinden geçilmesi imkãnsiz dağların ortasında ücra bir yerde bulunmaktadır Buna rağmen, bu manastır Ortaçağ’da Kommagene’de Hristiyanhk izin õzel bir önem teşkil ediyordu. Manastıra ait kilise yoldan görülebilmektedir. Dağ sırtına giden dik yokuş Uzuntaş'a giden yolun virajında başlamaktadır. Manastıra ulaşım yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş ve fiziksel olarak formda olmayı gerektirmektedir.
Tarihçe: Ne erken yerleşimler ne de Uzuntaş'ı çevreleyen dağlık alanın altyapısı ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bölge, henüz tam anlamıyla keşfedilmemiştir. Ancak, Arsameia’dan Melìtene (Malatya)'ya giden olası güzergâhlar buraya yakın geçmekteydi. Ayrıca buradan Gerger'e bir bağlantı olmalıydı. Mevcut kaynaklarda Manastırdan ilk defa 18. yüzyılda bahsedilmektedir. Manastırın uzak ve savunulabilir bir konumda olması, sürekli savaşlar ve iç mücadeleler ile geçen bir dönemde manastırın güvenliğini sağlayacaktı. Manastır, 12. yüzyılda Süryani Michael' ın Süryani - Ortodoks kilisesinin başrahipliğini, sonra da patrikliğini yaptığı sırada refah dönemini yaşadı. Süryani Michael, 1199 yılında ölene kadar bu manastırda yaşamıştır. Yazılarında ,özellikle günlük kayıtlarında manastırın tarihi ve planı ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Geniş çapta onarım ve genişleme çalışmalarının yapılmasını bizzat kendisi emretmiştir. Hem Selçuklular ve Haçlılar arasındaki savaşlar hem de Hıristiyan ve Müslüman aşiretler arasındaki rekabet ile nitelenen 12. yüzyıl boyunca manastır Süryani Başpiskoposluğunun merkezi olarak stratejik önemini korumuştur. Ancak, manastır ) 3. yüzyılda önemini kaybetmeye başlamıştır. ) 285 yılında ise meydana gelen bir deprem de manastırın önemli bir kısmı yıkılmıştır. Daha sonradan da, Kürt çeteler tarafından yağmalanmıştır. Yine de 18. yüzyıla kadar sürekli bir nüfusun burada yerleşik olduğu belgelenmiştir. Zincirli ören yerinin de arkeolojik kazı çalışmalarını yapan Felix von Luschan, ilk batılı gezgin olarak, alanı 1884 yılında alanı ziyaret ettiğinde bile Manastır uzun zaman önce terk edilmiş durumdadır. Günümüze kadar çok az sayıda araştırmacı alanla ilgilenmiştir.
Anıtlar: Bir zamanların ünlü manastır kompleksin den sadece sınırlı sayıda kalıntılar günümüze ulaşmıştır. Bunlar arasında en iyi korunanı (ana) kilise binasıdır. Süryani Michael'ın günlük kayıtlarında rapor ettiği gibi kendi yönetimi sırasında1180- 1193 yılları arasında, kilise tamamen yeniden inşa edilmiştir. 1199 yılında öldüğünde kendi kilisesine gömülmüştür. Michael, eski Kahta yakınlarında bulunan bir pagan tapınağının kesme yapı taşlarının bu yeni binada kullanılmak üzere manastıra taşındığını iddia etmiştir.
Taşları aldığı yerin antik Arsameia yerleşimi olduğuna inanılmaktadır. Ancak, antik kesme yapı taşları ne kilisede nede başka yapılarda halen mevcuttur. Bununla birlikte mevcut kilisenin Süryani Michael'ln anlattığı ile ne ölçüde aynı olduğu belirsizliğini korumaktadır. Sık meydana gelen tahribatlar nedeniyle özgün plan oldukça değişmiştir. Bu soruları cevaplamak için alanda kapsamlı bir mimarî araştırma şarttır.
Kilise, bayırın yukarısında dik bir yamaç üzerine inşa edilmiş, güçlü temellerle desteklenmiştir. Yalın bir zemin planına sahiptir. Büyük olasılıkla bir zamanlar üç bölümden oluşan bir sahanlık absidiyoller ile çevrelenmiş olan apsid ile son buluyordu. Duvarlar kaba kesilmiş taş ve harç özlü yüzeylerden oluşmaktaydı. Süryani Michael'ın bahsettiği kemerler, çatı ve kubbe tuğladan yapılmış olmalıydı. Sahanlığın yıkıntıları arasında çok sayıda tuğla görülmektedir. Kilisenin sahanlık bölümünde hazine avcıları tarafından katılmış çok sayıda çukur bulunmaktadır. İç mekan bezemelerine ait herhangi bir iz günümüze ulaşmamıştır. Giriş, batıda ön tarafa eklenmiş narteks benzeri bir koridorun bulunduğu bir merdiven ile sağlanıyordu. Buradaki büyük temel sonunda yıkılan bir tonozlu yeraltı odasından oluşmaktaydı.
Kilisenin yukarısındaki çıkıntının üzerinde çok daha fazla sayıda yapının temelleri görülmektedir. Ancak, mevcut durumda, bu yapıların özel kullanımlarına ait herhangi bir şey bilinmemektedir.
Manastırın savunma duvarları neredeyse tamamıyla yok olmuştur. Sadece dağın doğusundaki çıkıntıya hakim kayalık zirve üze- rinde duvar ve kulelerin kalıntıların önemli bir kısmı halen toprak yüzeyinde görülmektedir. Bunlar da kilise ile aynı teknikte inşa edilmiştir. Manastırın ana girişinin burada olduğu saptanmıştır.
Dağın sırtında bir ikinci manastırın ve bununla birlikte bir yerleşimin olduğu bilinmektedir, fakat henüz hiç bir ize rastlanılmamıştır.
(Malatya Kültür Envanteri-2014)
( Alıntı Kommagene, Michael Blömer-Engelbert Winter. Homer kitabevi yayınları.)
Dilber Kalesi Tescil Yazısı
Kadim Süryani Mor Barsavmo Manastırının olduğu yer Dilber Kalesi olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 13. 01. 2010 Gün ve1551 sayı kararı ile tescili yapılmış. Asıl tarihi adı yazılmamış.
Malatya İli, Pütürge İlçesi, Tepehan Beldesi, Uzuntaş Köyü (Mahallesi) içerisinde yer almaktadır. Tepehan Beldesine 12km uzaklıkta, Malatya Pütürge Yolunun 55. Kilometresinde Tepehen – Nemrut yolunun 30. Km. de yer alan Şalyan Mezrasında bulunmaktadır.
Dilber Kalesi olarak bilinen alan mezra yerleşiminin kuzey – doğu yamacında, Şalyan Deresi’nin doğusunda yer almaktadır. Yaklaşık 300 metre yükseklikte olan kale doğu batı doğrultusunda uzanmakta olup oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. Kale Şalyan Vadisi ‘ne hâkim konumda olup savunma amaçlı kullanılan bir kaledir.
Sit Potansiyeli: Arkeolojik alanın tamamı 1. Derece
Gözlemler: Kalenin tepe, kuzey ve güney yamaçlarında ve zirvesinde kilise olacak mimarı kalıntılara, kayaya oyulmuş basamaklar ve su sarnıçları vardır. Manastır bölgesinde kale surlarında çok sayıda geniş izinsiz kazı çukurlarına rastladık. Kale, manastır bugün korumasız olup her türlü tahribata açıktır.
Sonuç:
Pütürge'nin Gizli Hazinesi: Mor Barsavmo Manastırı
Tarihin derinliklerinde kaybolmuş bir mücevher gibi, Pütürge'nin dağlarında Mor Barsavmo Manastırı, bekleyişini sürdürüyor. Bu manastır, sadece bir yapı değil, aynı zamanda Hristiyanlığın önemli bir merkezi ve binlerce yıllık tarihin tanığı. Kommagene bölgesinin derinliklerinde, ulaşılması zor bir konumda yer alan manastır, yüzyıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış.
Bir zamanlar Süryani Ortodoks Kilisesi Patrikliği'nin merkezi olan manastır, 11. ve 13. yüzyıllar arasında önemli bir dini ve kültürel merkez olmuş. Hristiyan bir yazar olan Patrik Süryani Michael, hayatının büyük bir kısmını burada geçirmiş ve eserlerini burada kaleme almış. Ancak, zamanın acımasızlığı ve insan eliyle yapılan tahribatlar, bu görkemli yapıyı yavaş yavaş yok olmaya terk etmiş.
Manastıra ulaşmak kolay değil. Malatya'ya bağlı Uzuntaş köyünün yakınlarında, dik yamaçların arasında yer alan manastıra ulaşmak için zorlu bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Ancak bu zorlu yolculuğun sonunda karşılaşacağınız manzara, tüm yorgunluğunuzu unutturacak nitelikte.
Manastırın en dikkat çekici özelliklerinden biri, Süryani Michael'ın mezarının burada bulunması. Michael, sadece bir din adamı değil, aynı zamanda bilge bir düşünür ve yazar olarak da tanınıyor. Onun eserleri, döneminin sosyal, siyasi ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgiler sunuyor.
Ne yazık ki, manastırın büyük bir kısmı tahrip olmuş durumda. Hazine avcıları tarafından yağmalanan, depremlerle sarsılan ve zamanın etkisiyle aşınan manastır, bugün sadece yıkıntı halinde. Ancak, kalan kalıntılar bile bu yapının ne kadar önemli olduğunu göstermeye yetiyor.
Mor Barsavmo Manastırı, sadece bir yapı değil, aynı zamanda bir medeniyetin, bir dinin ve bir insanın hikayesi. Bu hikayeyi yaşamak ve manastırın gizemli atmosferini deneyimlemek isteyenler için eşsiz bir fırsat sunuyor. Ancak, bu değerli mirası korumak için acilen harekete geçilmesi gerektirmektedir.
Tarihimizin ihtişamlı Uzuntaş ( Peraş ) Şalliyan daki Tarihi kale , Mor Barsavmo Manastırı ve Büyük Mor Mihael'in mezarı sahip çıkılmayı bekliyor.
Dönüş
Güneşin Batışı ve İçimizdeki Sızı
Manastırdan ayrılırken içimizde buruk bir his vardı. Bu muhteşem yapının yıkıntılar arasında unutulmuş olması, yalnızca bir tarihi yapının değil, bir medeniyetin de sessiz çığlığıydı. Daha fazlasını yapmak, bu mirası korumak gerektiğini bir kez daha anlamıştık.
Dönüş yolunda Yandere Köyü’nde mola verdik. Dağların serinliği, yorgun bedenimizi ferahlatırken, muhtarın yerinde yediğimiz nefis kavurma ve acılı ayranla biraz olsun kendimize geldik. Güneş dağların ardından çekilirken çaylarımızı içtik ve tekrar yola koyulduk.
Kubbe Dağı’ndan Malatya ovasına doğru inerken akşam güneşinin vurduğu vadiyi izlemek tarifsiz bir duyguydu. Gün batımında, ovaya düşen kızıllığın güzelliği karşısında zaman adeta duruyordu. Ama içimde bir sızı hissettim. Bir gün daha ömrümüzden usulca çekilip gitmişti.
Pütürge’nin bu unutulmuş hazinesi, sessizce kaderine terk edilmiş gibi görünse de, hâlâ sahip çıkılmayı bekliyor. Belki bir gün, Mor Barsavmo Manastırı’nın hikayesi yeniden canlanacak; bu topraklar, tarihine ve kültürüne sahip çıkan ellerle buluşacak. O zamana kadar, geçmişin fısıltıları rüzgarla birlikte bu vadilerde yankılanmaya devam edecek.
Fikri Demirtaş
Eğitimci Araştırmacı-yazar
fikridemirtas44.blogspot.com
Fotoğraf Galerisi:
Yorumlar
Yorum Gönder