Torlakçıların Ateşiyle Buluşan Bir Yolculuk
2 Eylül 2023'te, eğitimci gazeteci-yazar Süleyman Özerol'u Hekimhan Ballıkaya’da ziyaret etmek üzere yola Malatya'dan erkenden yola çıktık. Yol arkadaşım, yıllar önce Ballıkaya’da sağlık memurluğu yapmış, emekli bir eğitimci olan Adil Aktaş'tı.
Malatya Sivas yolunu takip ederek, ardından Yazıhan'dan Arguvan'a doğru ilerledik. Havada güz serinliği, yüreğimizde ise tarifsiz bir huzur vardı. Göz alabildiğine uzanan bozkır, altın sarısı hozan tarlalarıyla adeta bir tablo gibiydi. Güneşin alnında taşıdığı altın tacı, bozkırın her zerresine serpiştirmiş gibiydi. Hozan tarlaları, bu altın yağmurunu içine çekmiş, parıltılı bir halıya dönüşmüştü. Bozkır, sonsuzluğun ete kemiğe bürünmüş haliydi. Uzaklardan yükselen tepelerin siluetleri, gökyüzünün mavisine karışırken, tepelerde otlayan sürüler, bu tabloya hareket katıyordu. Kangal çoban köpekleri, arabamıza yaklaşarak havlayışlarıyla, bu huzurlu atmosferi bozmak yerine, ona bir melodi ekliyordu. Sanki zaman durmuş, biz bu tablonun bir parçası olmuştuk. Bu manzara karşısında zaman kavramı anlamını yitiriyordu. Sanki dünyada sadece biz ve bu bozkır vardı.
Sazı ile sözü ile türkünün başkenti Arguvan'ı geride bırakarak, Hekimhan yön levhasını takip ederek dağlara doğru yol aldık. Her viraj, bizi bambaşka bir dünyaya taşıyordu. Yol boyu tepeler, adeta göğe uzanmış dev meşe ağaçlarıyla süslüydü. Yaprakları, altın sarısına bürünmüş bu devler, sanki gökyüzünü destekliyormuş gibiydi.
Dere kenarlarında kurulmuş minik köylerde ise, hayatın nabzı daha farklı atıyordu. Rengarenk meyve ağaçları, sanki birbiriyle yarışır gibi dallarını uzatmıştı. Kayısıların turuncu tonları, dutların morluğu, cevizlerin koyu kahvesi ve armutların yeşili, göz kamaştırıcı bir renk paleti oluşturuyordu. Kavakların incecik gövdeleri, rüzgarda dans ederken, söğütlerin dalları sulara değerek adeta onları okşuyordu.
Her virajda karşımıza çıkan manzara, bir tablodan çok bir rüya gibiydi. Sanki yolda değil de, yeşil bir okyanusun içinde sürükleniyormuşuz gibi hissediyordum. Yolun her iki yanı, rengarenk çiçeklerle süslüydü. Arılar, bu çiçeklerden bal yaparken, kelebekler ise onların etrafında adeta bir dans sergiliyordu. Kuşların cıvıltıları, rüzgarın fısıltıları ve akan suyun sesi, bu huzurlu tabloya eşlik ediyordu.
*
Torlakçıların – odun kömürü üreticilerinin – hikayesiyle burada tanıştık.
Nihayet, Hekimhan'a bağlı Ballıkaya köyü Mırolar mezrasına vardık. Burası, meşe ormanlarının içinde, doğayla iç içe yaşayan insanların evidi. Yolun altında öbek öbek yığılmış odun yığınları ve yükselen dumanlar, bizi bekleyen manzaranın ilk ipuçlarıydı.
Burada, hayatını odun kömürü üreterek kazanan "torlakçılar"la tanıştık. Bu insanların zorlu çalışma koşulları ve yaşam hikayeleri, beni derinden etkiledi. Sabahın ilk ışıklarından gece yarısına kadar, ateş ve külün arasında çalışan bu insanlar, doğanın sunduğu zorluklarla mücadele ediyorlardı.
Mirolar köyünde , zor şartlar altında çalışan kömür odunu üreten işçilerin alın terleri ile üretimin yapıldığı ocaklardan çıkan kömür tozu ve isin birleşmesi ile yüzlerinde kömür karasını taşıyan işçiler evlerine ekmek götürmenin mücadelesini veriyor.
Yıl boyunca ateş karşısında, duman ve is kokusuna aldırış etmeden mücadele eden işçiler mangal kömürü olarak da bilinen odun kömürünü geleneksel yöntemlerle üretiyor.
Ormanın Kalbinde Yanıp Tükenen Hayatlar
Ormanın derinliklerinde, meşe ağaçlarının arasında yükselen dumanlar, bir yaşamın ritmini yansıtır gibiydi. Her bir duman tüten tepe, bir umudun, bir emeğin ve bir hayatın hikayesini anlatıyordu. Torlakçılar, bu ormanların kalbinde, ateşle yoğrulmuş bir hayat sürmekteydiler. Yedi sekiz tepe şeklinde yığılmış meşe odunları, sanki dev bir karınca yuvasını andırıyordu. Kimi tepeden dumanlar tüterek gökyüzüne doğru yükselirken, kimisi de sırasını beklercesine sabırla duruyordu. Bu tepelerin her biri, birer odun kömürü fabrikasıydı ve içindeki ateş, gece gündüz yanıp tükeniyordu.
Meşe ağaçlarının arasına kurulmuş çadırlar, buradaki yaşamın ne kadar zorlu olduğunu gözler önüne seriyordu. Küçük bebekler, meşe dallarına asılmış beşiklerde sallanırken, okul çağındaki çocuklar, kardeşlerine bakmak zorundaydı. Çamaşırlar, ağaçlara asılmış halde kurumaya bırakılmıştı. Kayaların arasında yer alan tandır ise, bu zorlu koşullarda bile sıcak bir yemek yemenin mümkün olduğunu gösteriyordu.
Torlakçılar, sadece odun kömürü üretmekle kalmıyor, aynı zamanda bu ormanda yaşayan diğer canlılarla da bir arada yaşıyorlardı. Tavuklar, meşe ağaçlarının arasında serbestçe dolaşıyor, böcekleri yakalayarak besleniyorlardı. Dağın yamacından çekilen su ise, buradaki tüm canlıların yaşam kaynağıydı.
Bu manzara, hem doğanın gücünü hem de insanın zorluklara karşı gösterdiği mücadeleyi bir arada sunuyordu. Torlakçılar, doğanın sunduğu imkanlarla yaşamaya çalışırken, aynı zamanda doğanın güçleriyle de mücadele etmek zorundaydılar. Ateşin sıcaklığı, dumanın kokusu ve külün ağırlığı, onların hayatının bir parçası haline gelmişti.
Alın terine kömür karası karışan ve "torlakçılar" olarak da bilinen mangal kömürü üreticileri, sabahın ilk ışıklarından gece geç saatlere kadar yoğun emek ve zorluklarla dolu mesai yapıyor. Torlak işçileri elleri yüzleri is içinde yalnız gözleri parlıyordu. Ay ışığında, yıldızların altında
Karınca kolonisi gibi çalışıyorlardı. İş bölümü yapmışlar kimisi hızarla, dehreyle odun kesiyor. Kimi ocak yakıyor, kimi ocaktan çıkan kömürleri torbalıyorlardı. Ellerinde ve yüzlerinde biriken isin ardında, doğanın ateşine direnen hayatlar yatıyordu. Sabahın ilk ışığından gece yarısına dek süren çalışmalarında, alın terine karışan kül ve duman, onların zorlu yolculuğunun sessiz tanıklarıydı.
Ateşle Yoğrulan Hayatlar: Bir Torlakçının Anlatımı
Odun kömürü üretimi gerçekten zorlu, emek isteyen bir iş. Ülkemizde ve Malatya’da birçok yerde odun kömürü üretiliyor. Kömür yapmaya uygun 'torluk' adı verilen alanlarda odun kömür yapılır. Bu işi yapana da 'torakçı' deniyor.
Odun kömürü yapımında genellikle fazla kalın olmayan kuru ve kurutulmuş ince kütük ve dallar kullanılır. Üretimde farklı ağaç türleri kullanılabiliyor, ama en uygunu meşe. Meşe odun kömürü, yüksek ısı üretme kapasitesi ve uzun yanma süresi nedeniyle özellikle barbekü ve ızgara pişirme için tercih edilen bir yakıttır.
Diyarbakırlı Ömer, 35 yaşında olmasına rağmen hayatın zorluklarıyla erken tanışmış bir torlakçı. Onun ağzından dinlediğimiz torlakçılık hikayesi, ateşin ve külün içinde şekillenen bir yaşamın acı tatlı öyküsü."
Orman İşletme Şefliklerince verilen ve adına ''makta'' denilen orman kesim yerinden elde ettikleri meşe
odun kömürü üretimin çok meşakkatli bir iş olduğunu belirten işçi Ömer, ormandan kestikleri meşe ağaçlarını, odun kömürüne getirene kadar gece gündüz demeden çalıştıklarını ifade etti.
Ömer'in sözleri, torlakçılığın ne kadar zorlu bir meslek olduğunu gözler önüne seriyor. Ateşin karşısında, dumanın ve isin içinde çalışmak, kolay bir iş değil. Üstelik bu yaşam, sadece fiziksel zorlukları değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik zorlukları da beraberinde getiriyor.
"Çadırlarımızda yaşıyoruz. Elektrikimiz yok, suyumuza uzaktan geliyoruz. Çocuklarımızın eğitimi için bile zorlanıyoruz. Ama yine de bu işi yapmaya devam ediyoruz. Çünkü başka çaremiz yok." diyor Ömer çaresiz bir ifadeyle. Torlakçılık, sadece erkeklerin değil, kadınların ve çocukların da emeğiyle sürdürülen bir meslek. Kadınlar, günün büyük bir kısmını yemek yapma, çocuk bakımı ve ev işleriyle uğraşırken, Çocuklar ise küllerin arasında oyun oynuyor; okula gitmek çoğu için bir hayal.
Ömer'in sözleri, torlakçıların yaşadığı ekonomik sıkıntıları da ortaya koyuyor. "Yaptığımız işin karşılığını alamıyoruz. Aracılar kazanıyor, biz ise bu zor şartlarda çalışmaya devam ediyoruz." diyor.
Torlakçılık, sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı. Bu insanlar, doğayla iç içe, zorluklara göğüs gererek yaşamayı öğrenmişler. Ancak, modern dünyanın getirdiği kolaylıklar ve tüketim alışkanlıkları, bu geleneksel mesleğin geleceğini tehdit ediyor. Torlakçıların hikayesi, bizi doğanın kıymetini daha iyi anlamaya ve tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmeye davet ediyor.
Torlakçıların Ateşi Odun Kömürü Yapılışı
Odun kömürü yapımı için torluk yerinin merkezine düzgün bir sırık çakılarak bunu dip tarafına kuru ve kılay yanacı çalılar konur.
60-100 cm uzunluğunda, kalın düz ve sık dokulu meşe dalları dizilmeye başlanır. En alttaki sırayı oluşturan meşe dalları en uzunlardan seçilir. Hafif bir eğim verilerek, yanma merkezi etrafından itibaren torluk çakılmaya başlanır. Dallar sıkı bir şekilde muntazamca dizilip yükseldikçe, bazen 3-4 metreyi bulan huni şeklinde bir kubbe görünümüne kavuşur. Son sıralar dizilirken, artık merdivene ihtiyaç duyulmaya başlanır.
Torluğun meşe dallarından kısımları çatılınca, üzeri sap saman balyaları, gazel dalları vb ile örtülür. Bir parça ıslatılan bu örtü, ayrıca ıslatılmış cüruf ve küllerle iyice sıvanır. Torluğun dışarıdan hava almasına böylece müsaade edilmez. Torluğun ortasına diklemesine çatılan ana direk alınarak, burada oluşan boşluktan aşağıya, benzine bulanmış bir bez tutuşturularak en aşağıya sarkıtılır. En altta ve odun kütlelerinin orta yerindeki yanıcı tabakanın ateş alması sağlanır.
Kuyunun istenen kıvamda tutuşum yanması çok önemlidir. Aksi halde hızlı bir yanma veya kuyuda oluşabilecek bir patlama ile tüm emeklerin bir anda ateş, kül ve dumana dönmesi işten bile değil.
Arada üst kısımlarda açılan boşluklarla istenen yanma kıvamı yakalanmaya çalışılır. Ateş hızlanacak olursa bu açıklıkların hemen kapatılması gerekir. İstenen içli yanma kıvamına 3-5 gün gibi bir sürede erişilebilir. Bundan sonra tüm gün ve geceler boyunca sürecek torluk nöbetleri başlayacaktır. Torluğun patlamaması için, çökmeler sonucu oluşan açıklıklar hızla kapatılır. İçten içe yanan torluk günden güne çökmeye başlar. Torluğun söküleceği zamanı ise kömür işçileri senelerin tecrübesiyle anlarlar. Bu mevsim şartlarına göre (yağış, rüzgar vs…) 10-15 günü bile bulabilmektedir. Bu süre boyunca birkaç saatte bir kurulacak alarmlar, sizi uyandıracak ve o ocaklar işlem bitene kadar sürekli kontrol altında tutulacaktır.
Yanmasını tamamlayan ocaklar bir iki gün soğumaya bırakılır. Üstteki cüruflar gelberi ile bir kenara toplanır. Ola ki, bunlar bir başka ocak kurulurken yeniden kullanılsın. Odun kömürleri çok fazla ufalanmadan kırklanarak çuvallara doldurulur. Bu arada çok dikkatli olmak gereklidir. Açıldıkça oksijenle buluşan alttaki parçaların yeniden tutuşma riski vardır. Bunlara hemen müdahale edilerek söndürülür. Daha ince parçacıklar kum eleğinden geçirilerek üstte kalanlar çuvallara alınır. Aşağı düşen küller ise bir başka ocağın sıvanmasında kullanılmak üzere bir kenara toplanır. 6-7 ton meşe odunundan yaklaşık bir ton odun kömürü elde edilir. Hatta, rüzgârlı havalarda veya çabuk müdahale edilmeyen hızlı yanmalarda bu oran 10 ton meşe odununda bir tona kadar düşebilir bile. Yapılan bunca zahmetli işin sonunda elde edilen paraysa yok bahası. Bu zahmetli iş sonunda evlerimize kadar ulaşan odun kömürleriyse artık kahkaha dolu pikniklerin, mangal sofralarının aksesuarı oluverir. İşte böylesi bir sabır ve özveri dolu, alın teriyle taçlandırılmış bir iş kolu, bir gelenek torlakçılık.
Kömür işçisi olarak çalışan 35 yaşındaki Diyarbakırlı Ömer'de üretim sürecini anlatarak, "Ormana gidiyoruz, ağaçları buduyoruz. Traktörle getirip birbirine çatıyoruz. Topraklayıp ateşliyoruz. Sonra mangal kömürü yapıyoruz." diye konuştu. Ateş karşısında, duman ve is kokusuna aldırış etmeden meşe kömürü ürettiklerini söyledi.
İçinden duman ve yanık odun kokusu çıkan simsiyah tepeciğin üzerine çıkmış, ayaklarıyla yeri yokluyor Diyarbakırlı Ömer. “Bak” diyor, “buraları yanmış, şimdi de şuraları yanacak, ondan sonra ateş yavaş yavaş alttaki odunlara inecek. Bütün odunun yanması bir haftayla on, on beş gün arası sürüyor." Ömer bu süre zarfında kubbeyi birkaç saatte bir kontrol etmek, ateşin altlara ilerleyişini adım adım izlemek zorunda. “Gece üç saat uyudum sadece” diyor, ama gençliğinin etkisiyle olsa gerek, çok da yorgun görünmüyor.
Ormanın Kalbinde Yanıp Tükenen Hayatlar
Ömer'in sesi, yüreğimize dokunan bir ağıt gibiydi. "Orman İşletme Müdürlüğü'nden aldığımız ağaçları, mangal kömürüne dönüştürüyoruz. Bu meşe ağacından yapılıyor yani pelit. Patron Orman Müdürlüğünden ihaleyi alıyor. Taşeron olarak çalışıyoruz. Sigortamız, iş güvenliğimiz yok, Çadırda kalıyoruz. Ekmek davası için çalışmak zorundayız." diyordu. Her kelimesi, içimizde derin bir acı uyandırıyordu.
Malatya Hekimhan'ın bağrında, meşe ormanlarının arasında, hayatın en zorlu koşullarında yaşayan bu insanlar, bizlere yaşamın gerçek yüzünü gösteriyordu. Yazın kavurucu sıcağında, kışın dondurucu soğuğunda, çadırlarda barınan bu insanlar, doğanın karşısında çıplak elleriyle mücadele ediyorlardı.
"Burada çadırda yaşıyoruz, günü geliyor yağmur altında kaldığımız oluyor. Dağda elektriğimiz olmuyor, suyumuz olmuyor bazı zamanlar." diyordu Ömer. Bu sözler, onların ne kadar zorlu bir hayat sürdürdüğünü gözler önüne seriyordu.
Ateşin karşısında, dumanın ve isin içinde çalışmak, kolay bir iş değildi. Elleri ve yüzleri is içinde olsa da, gözlerindeki parıltı, yaşam sevgilerini gösteriyordu. Ay ışığında, yıldızların altında çalışırken, karınca kolonisi gibi organize olmuşlardı. Kimisi hızarla, kimisi dehreyle odun kesiyor, kimisi ocak yakıyor, kimisi de kömürleri torbalıyordu. Bu koordineli çalışma, onların dayanışma içinde olduklarını gösteriyordu. Sabahın ilk ışığından gece yarısına dek süren çalışmalarında, alın terine karışan kül ve duman, onların zorlu yolculuğunun sessiz tanıklarıydı. Her bir kömür parçası, onların emeklerinin ve terlerinin bir ürünüydü.
Asıl kazancı aracıların elde ettiğini vurgulayan Ömer, "Yuttuğumuz dumana siz şahit oldunuz. Bu zahmetin karşılığını ne yazık ki alamıyoruz. Ama kimseye el açmamak için, bu çileye katlanıyoruz" diyordu. Bu sözler, içimizi burkuyordu. Bu insanlar, doğanın bağrında, zorlu bir mücadele verirken, hak ettikleri değeri görmüyorlardı. Torlakçılar, sadece birer işçi değil, aynı zamanda birer yaşam savaşçısıydı. Onların hikayesi, bize hayatın değerini, emeğin kıymetini ve dayanışmanın gücünü bir kez daha hatırlatıyordu.
Torlakçıların Karşılaştığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Torlakçılar olarak bilinen odun kömürü üreticileri, zorlu çalışma koşullarında ve çeşitli sorunlarla mücadele etmektedirler. Bu sorunlar başlıca şu şekilde sıralanabilir:
* Çevresel Sorunlar: Odun kömürü üretimi, ormansızlaşma ve hava kirliliği gibi çevresel sorunlara yol açabilmektedir.
* İş Sağlığı ve Güvenliği: Yangın riski, zehirli gazlar ve diğer tehlikeler, işçilerin sağlığını tehdit etmektedir.
* Piyasa Faktörleri: Odun kömürü piyasasındaki dalgalanmalar, üreticilerin gelirlerini olumsuz etkilemektedir.
* Eğitim ve Sağlık Hizmetlerine Erişim: Orman işçilerinin aileleri, genellikle uzak bölgelerde yaşadıkları için eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşmakta zorlanmaktadır.
İş Güvenliği ve Barınma Sorunlarına Çözüm Önerileri:
İş güvenliği için alınması gereken önlemler:
* Eğitim: İşçilere iş güvenliği konularında düzenli eğitimler verilmelidir.
* Koruyucu Ekipmanlar: İşçilere, iş güvenliği için gerekli tüm ekipmanlar (maske, gözlük, eldiven vb.) temin edilmelidir.
* İşyeri Düzenlemeleri: İş yerlerinde yangın söndürme sistemleri gibi güvenlik önlemleri alınmalı ve düzenli denetimler yapılmalıdır.
* Sağlık Taranamaları: İşçilerin sağlık taramaları düzenli olarak yapılmalı ve sağlık sorunları tespit edildiğinde gerekli önlemler alınmalıdır.
* İşçi Katılımı: İşçilerin iş güvenliği konularındaki görüşleri alınmalı ve önerileri değerlendirilmelidir.
Barınma sorunlarına çözüm önerileri:
* Uygun Konutlar: İşçilere temiz ve güvenli konutlar (konteyner, çadır vb.) sağlanmalıdır.
* Temel Altyapı: Su, elektrik ve tuvalet gibi temel altyapı hizmetleri sunulmalıdır.
* Sosyal Hizmetler: Eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlere erişim kolaylaştırılmalıdır.
* İşbirliği: Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlarla işbirliği yapılarak daha kapsamlı çözümler üretilmelidir.
Bu öneriler, torlakçıların çalışma koşullarını iyileştirmek ve daha güvenli bir ortamda çalışmalarını sağlamak amacıyla sunulmuştur. Ancak, bu sorunların çözümü için uzun vadeli ve kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Özetle: Torlakçılar, zorlu çalışma koşullarına ve çeşitli sorunlara rağmen ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadırlar. Bu nedenle, onların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, hem insan hakları hem de sürdürülebilir kalkınma açısından büyük önem taşımaktadır.
Not: Bu metin, torlakçıların karşılaştığı sorunlara genel bir bakış sunmaktadır. Daha detaylı ve özel çözüm önerileri için, ilgili alanlardaki uzmanlarla çalışmak ve yerel koşulları dikkate almak gerekmektedir.
Ballıkaya’da geçirdiğimiz o gün, sadece bir yolculuk değil, aynı zamanda bir hayat dersiydi. Torlakçıların sesi olmak, hikayelerini duyurabilmek, onlara duyduğum hayranlığın bir yansıması olarak bu satırları kaleme aldım. Çünkü bu emek, bu mücadele, unutulmayı asla hak etmiyor.
Fotoğraf-Yazı : Fikri Demirtaş
Fotoğraf Galerisi:
Yorumlar
Yorum Gönder