Torlakçıların Emek Destanı
Ormanın derinliklerinde, bir hızar sesi yükselir,
meşenin dalları toprağa karışır.
Nasırlı ellerle yazılan bir destan başlar.
Gözlerinde yorgunluk, ama ruhlarında bir deniz,
ve kömürün siyahı, terle yoğrulan bir hikâye olur.
Torlakçılar, ocağın başında birer emek heykeli,
toprakla, dumanla ve ateşle yoğrulmuş bedenler.
Gündüz, güneşle yarışır alınlarından süzülen damlalar,
gece, yıldızların altında umutlarını taşır.
Meşe, dağların gururlu ağacı,
ellerde kömür olur, ocağın sıcağında dirilir.
Alevin diliyle konuşur, korların kalbinde yanar,
her köz, hayatın başka bir yüzünü fısıldar.
Ama kolay değildir bu emeğin öyküsü,
ormanın sessiz tanıklığında çile büyür.
Tüm gün ter içinde yorulan eller,
geceyi, dumanın içinde soluklanır.
Kadınların ince feryadı,
çocukların kömür karasına bulanmış kahkahaları,
ve erkeklerin derin solukları birleşir;
bu kocaman aile, ormanın kalbinde kök salar.
Meşe, ateşin kucağında kıvranır,
damarlarında akan öz,
kömürün siyah damarlarına dönüşür.
Bu, yalnızca bir odun parçasının öyküsü değil,
bir emekçinin alın teriyle yazdığı hayattır.
Torlakçılar, ellerinde büyütür meşenin ruhunu,
her kürek darbesiyle geçmişe bir not düşer.
Ocağın sıcaklığı yalnızca teni değil,
ruhu da sarar, yaşama dair bir türkü olur.
Her köz, bir çileyi anlatır,
bir direnişi, her kıvılcım, bir umudu tutuşturur.
Torlakçılar, kömürün ardında yatan şiirdir,
emeğin ve sabrın ölümsüz yüzüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder