Unutulan Miras: Şeyh Bedreddin'in Mezarının Çığlığı

Fotoğraf: Erdal Kay


İstanbul'da Bir Ünlüler Mezarlığı

Sultanahmet'e inen Divanyolu üzerindeki Türk Ocağı Derneği'nin bahçesindeki
türbede Osmanlı sultanları II. Mahmut, Abdulaziz ve II. Abdülhamit'in mezarları var. Haziresinde ise paşalar, sadrazamlar, kaptan-ı deryalar ve Osmanlı hanedanı mensuplarına ait yaklaşık 150 mezar yer alıyor. 

Fotoğraf: Erdal Kay

"Ünlüler mezarlığının asıl ilginç yanı burası, 2. Mahmud'un kız kardeşinin konağının bahçesiydi. 2. Mahmut veremden ölünce, bu bahçeye gömülür. Ondan sonra gelen padişahlar da aynı türbeye gömülür. Orası mezarlık haline gelir. "

Türbe aynı zamanda açık bir hat müzesidir. Mezarlar önemli şahsiyetlerin şanına layık olsun diye en mâhir ustalara yaptırılmış kitabeler, devrin en meşhur hattatlarına yazdırılmıştır.
Osmanlı taş işçiliğini yansıtan, hat ve tarih yönünden önemli mermer lahit ve mezar taşı bulunmaktadır.

Mezar taşları ve türbeler gerçek birer sanat eserleridir. Burada dünya görüşleri birbirinden çok farklı, muhalif, hayatta bir araya gelemeyen isimler de yatıyor. İttihat ve Terakki'nin ünlü sadrazamı Said Halim Paşa ve ideoloğu Ziya Gökalp'ın,ilk basın şehidi, devletin katlettiği ilk gazeteci Hasan Fehmi'nin mezarları da buradadır.

Ancak bu mezarlıktaki en çarpıcı ayrıntı, Şeyh Bedreddin'in mezarının burada bulunmasıdır. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrasında alınan bir kararla, Bedreddin'in kemikleri, padişahların yattığı türbeye getirilmiştir. Sanki bir intikam gibi, padişahlara "atanıza isyan etmiş olan bu zatla yan yana yatın bakalım" denilmek istenmiş gibidir.

İslam Düşünce Tarihinde ‘zaman zaman’ Hakim düşünce yapısına itiraz ederek, o devrin anlayışında değişiklik yapmak isteyenlerden birisi de Şehy Bedreddin’tir.
 
Simavne Kadısı'nın oğlu olarak bilinen Şeyh Bedreddin'in mezarı, İstanbul'un kalbinde, padişahların gölgesinde, sanki unutulmaya terk edilmiş bir köşede yer alıyor. Güneş ışınları, yıpranmış mezar taşına vururken, sanki tarih sayfalarından bir fısıltı yükseliyordu. Bir zamanlar halkı için adalet arayan, eşitlik mücadelesi veren bu büyük insanın mezarı, bugün sahipsizliğe terk edilmiş durumda. Padişahların görkemli türbelerinin yanında, Şeyh Bedreddin'in mütevazı mezarı, adeta bir çelişkinin simgesi gibi duruyor. Sanki tarih, bu çelişkiyle bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Ancak bu sembolik hareketin ardından geçen 64 yılda, Şeyh Bedreddin'in mezarı hiçbir bakım görmemiştir. Topraktan bir höyük gibi duran mezar, üzerindeki basit yazıtıyla, bu büyük düşünürün yaşadığı hayat kadar çalkantılı bir son bulmuştur.
Şeyh Bedreddin, sadece Türkiye'de değil, dünyada da tanınan ve üzerinde çokça araştırma yapılan önemli bir tarihsel figürdür. Ancak mezarı, bu önemine yakışır bir şekilde korunmamaktadır. Bu durum, hem tarih bilincine sahip insanlar hem de yabancı turistler için büyük bir üzüntü kaynağıdır.


Fotoğraf alıntı

"Ben dehalümce Bedreddinem" sözü, halkın hafızasında hala yaşayan bu büyük ismin, unutulmadığını göstermektedir. Ancak bu sözlerin somut bir karşılığı olması gerekmez mi? Şeyh Bedreddin'in mezarı, onun düşüncelerine ve mirasına layık bir hale getirilmelidir.
Bu durum, sadece Şeyh Bedreddin için değil, tüm düşünürler ve sanatçılar için geçerlidir. Onların eserleri ve mezarları, gelecek nesillere bırakacağımız en önemli miraslardan biridir. Bu mirası korumak ve yaşatmak, hepimizin görevidir.

Tarihin İronisi: Padişahların Gölgesinde Bir İsyancı Şeyh Bedreddin 

Ünlüler mezarlığının asıl ilginç yanı, Simavne Kadısı'nın oğlunu padişahların yanına gömmek fikri, 27 Mayıs'tan sonra doğuyor. 23.10.1961 tarih ve 5/1840 sa­ yılı Bakanlar Kurulu kararı ile, Bedred­din’in kemiklerinin Sultan Mahmud Türbesi’ne gömülmesi kararlaştırılır. Yetkililerden oluşan bir heyet eşliğin­ de, 29.11.1961 günü defin işlemi gerçekleştirilir.  Sanki padişahlara ‘‘atanıza ve iktidarınıza isyan etmiş olan şeyhle yan yana yatın bakalım!’’ diye nispet yaparcasına...

Topraktan bir karışık yükseklikte gelişigüzel sıralanmış eni bir karışık mermer bantla çevrilmiş. mezara yığılan birkaç kürek toprak! Kırmızı açmış canlı bir çiçek. Mütevazi bir mezar. Mezar taşının başına dikdörtgen bir mermer kesilmiş üzerine Simavna Kadısıoğlu, Şeyh Bedreddin ( K.S) Doğum H:760 ( 1359)İdamı H.820 (1418) Ruhuna Fatiha. Bu mekana nakli 29.11.1961


Hakkın­da yurtdışında yurt içinde onlarca araştırma yapı­lan, sanat eserleri yazılan bu önemli tari­hi kimlik, şaşalı mezarlar içinde neden belirsiz bir “mezarda” gömülü? Tarihe meraklı insanlarımız yabancı ziya­retçiler, Bedreddin’in mezarını görmek isterlerse nereyi göstereceğiz? Bunlar ve benzeri soruların cevabı yok. Veya bu cevabı sadece yetkililer biliyor..." 

Bedreddin’in anısını onun üzerine araştırma yapan düşün ve bilim adamlarının, sanatçıların yüzyıllar öncesindeki sosyal isyanın hikâyesini bugünlere taşıyan, sa­dece bu eserler değil. Halk da unutmu­yor. Yüzyılların ötesinden bugünlere ge­len “ben dehalümce Bedreddinem” atalar deyimi, halkın da unutmadığının kanıtı..."

*****
Şeyh Bedreddin'in hikayesinin ne olduğunu Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni kısa makalesi sayesinde öğrendim. Okumaya üşenenler için özetlemeyeceğim yazıyı. Bence okuyun!
Osman Sümer, Simavna Kadtsı Oğlu Şeyh Bedreddin, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, sayı 267-68, Nisan-Mayıs 1964, s. 6-9.

 SİMAVNA KADISI OĞLU ŞEYH BEDREDDİN

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin yirmi sene Topkapı Sarayı Müzesi depoların­ da bir çinko kutu içinde toprakla karışık olarak muhafaza edilen büyük Türk mütefekkirlerinden Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin’e ait kemik­ler 1961 yılının son aylarında Sultan Mahmut Türbesi haziresine defnedilmişti. Zamanla unu­tulmaması ve aslında Serez’deki türbesinden alı­narak getirilmiş olması dolâyısı ile bir mezar ya­pılması ve kitabe dikilmesi lâzımdı. Turing ve Otomobil Kurumunun kıymetli Başkanı Sayın Reşit Saffet Atabinen’in alâka, gayret ve himmetleri ile bugün bu da başarı yoluna girmiş bu­lunmaktadır. Vilâyetin, Turing ve Otomobil Kurumunun ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü­ nün müşterek çalışmaları ile haziredeki diğer me­zarların ahengini bozmayacak, baş ve ayak taşlarının da devrinin karakterine uyacak tarzda bir mezar meydana getirileceğinden emin bulun­ maktayız.
Bu kemiklerin toprağa gömülüşüne kadar geçirdiği epey uzun bir macerası vardır. Bu cihetleri biraz olsun açıklamamız lâzımdır.
Aslında İranlı bir molla olan Sait Haydar Herevi’nin fetvası üzerine 1417 yılında Serez’de idam edilen Şeyh Bedrettin’in naaşı hâlâ orada muhafaza edilmekte olan türbesinde idi. Tabiî olarak aradan geçen yüzyıllar zarfında ceset ta­mamen kemik haline inkılap etmiş, hatta kemik­ler bile ufalmış ve çürümeye yüz tutmuştu. İşte İstanbul'a nakledilen bu kemiklerdir. Millî Müca­deleyi müteakip, Lozan Muahedesinden sonra yapılan mübadelede Müslümanların ayrılması ile gayrimüslimlerin ayakları altında kalır, tecavüze uğrar diye, 1924 de mübadeleye tabi tutu­lan Daltaban Mustafa Paşa(l) ahfadından Os­man Bey (2) tarafından Yunan Hükümetinin ma­lûmatı tahtında türbesindeki mezardan alınarak İstanbul'a getirilmişti. Bu nakil keyfiyeti Mebanii Hayriye Müdürü olup bu müdürlüğün lağvından sonra İzmir ve Edirne'de uzun müddet Vakıflar Müdürlüğü yapan Serezli Esat Bey(3) tarafından da aynen kabul ve teyit edilmişti. Hakikat bu merkezde iken bazı zevat kemiklerin Balkan Harbi esnasında getirildiğini ifade etmişlerdir ki yukarıda izah ettiğimiz veçhile bu cihet tama­men hakikate aykırıdır (4).
İstanbul’a getirilen bu kemikler bilâhare mü­ nasip bir yere gömülmek üzere bir çinko kutu içine toprağı ile karışık olarak yerleştirilerek muvakkaten Sultanahmet Camii mahfilinde muhafaza altına alınmıştı. Bir aralık Çapa’daki Cemalettin İs Hâkî'nin türbesine defnedilmesi düşünülmüş ise de sonradan vazgeçilmiştir. Daha uzun müddet camide durması mahzurlu görülen bu kemikler aradan on sekiz sene geçtikten son­ra 1942 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında yapılan yazış­malar sonunda Sultanahmet Camiinden ileride Türk büyükleri için ayrılacak bir yere defnedil­mek üzere çinko mahfazası ve gerekli izahatı gösteren levhası ile Topkapı Sarayı Müzesi Mü­dürlüğüne nakil ve teslim edilmişti. Bütün bu ci­hetler o zaman bazı yersiz dedikodulara yol açar mülâhazası ile mümkün mertebe gizli tutulmağa çalışılmıştı.

Böylece kemikler yirmi sene de Topkapı Sa­ rayı Müzesinin bir deposunda kalmıştır. İleride kime ait olduğu unutulur diye ya Serez’de halen mevcut bulunan türbesine iade edilmesi veya İs­tanbul’da her hangi bir hazireye gömülerek bir kitabe dikilmesi için 1961 yılında Müze Müdür­lüğü tarafından Millî Eğitim Bakanlığına müracaat olunmuştu. Bakanlık Çembertaş'taki Sul­tan Mahmut Türbesi haziresine gömülmesini mu­vafık bulmuş, fakat Bakanlar Kurulu karan ol­madan şehir içindeki her hangi bir türbe hazire­ sine gömülmesinin imkânsızlığı karşısında du­rum Başbakanlığa arz edilmişti. Nihayet bu 
ke­mikler Bakanlar Kurulu kararı ile(5) Sultan Mah­mut Türbesi haziresine gömülmesi sağlanarak 29. 11. 1961 günü usulüne uygun bir şekilde, ihti­ramla Topkapı Sarayı Müzesinden nakil ve def­nedilmek sureti ile otuz sekiz sene sonra toprağa kavuşmuştu (6). Bu nakil ve defin keyfiyeti ilgililerden müteşekkil bir heyet tarafından yapıl­mış ve bir zabıt varakası ile tevsik edilerek du­rum Millî Eğitim Bakanlığına bildirilmişti (7).

Oldukça uzun bir macera geçiren bu kemikler kime aitti, sahibi kimdi? Şimdi bu ciheti gözden geçirecek ve kısa da olsa Şeyh Bedrettin’i anlat­mağa çalışacağız.

Şeyh Bedrettin Türk-Osmanlı ve umumiyetle batı Müslüman tarihinde unutulmayacak tam manası ile nevi şahsına münhasır yüksek bir âlim tipidir. Yaşadığı devrin çok üstüne çıkmış ve ge­ niş kitleyi de aynı yüksekliğe çıkarmağa uğraş­mış, en geniş bir bilgi ile en sağlam bir iradeyi kuvvetli bir pota haline getirdiği nefsinde kaynatıp birleştirmek istemiş bir şahsiyettir. Bu gü­zide şahsiyetinin çeşitli yönlere malik olduğu mu­hakkaktı. Bunları âlim, filozof, sofi, inkılâpçı ve mütefekkir Bedrettin diye tavsif ederek her yön­den ele almak mümkündür. Şeyhin bu çeşitli va­sıflarını ele alarak yazılmış bir çok Türkçe ve ya­bancı dillerde neşriyatın varlığım işaret etmek kendisinin yüksek hüviyeti hakkında kısa da olsa bir fikir verecek mahiyettedir.

Fotoğraf alıntı:
Şeyh Bedre(ıdin'in) Şehri Seres'de Gazi Evrenos camii
La Mosquée  Evrenos à Seres( Grèce)

Şeyhin doğum yeri hakkında ihtilâflar var­dır. Bir çok ecnebi kaynaklarda Kütahya'nın ka­zası olan Simav’a izafeten Simavî diye kayıtlıdır. Halbuki Şeyh Bedrettin Edirne’nin şimalinde, Eski Zağra Kızanlık yolu üzerinde Simavna kasa­ basında doğmuştur. Binaenaleyh Simavi değil Simavevi, yanı Simavnalı demek lâzımdır. Bu da doğru değildir. Babası Simavna’nın fatihi ve ka­dısı olduğu için Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin demek lâzımdır. Şeyh bu kasabada 1371 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Kadı İsrail bu kasabanın hem fatihi, hem de kadısıdır. Aslında Anadolu Türklerinden olan İs­rail Türklük ve Müslümanlığı yaymak için gö­nüllü olarak Rumeli'ye geçmiş ve Osmanlı Or­dusu erkânı arasına karışarak büyük yararlıklar göstermişti. Simavna Kalesi'nin zaptında büyük gayret sarf edip sonunda muvaffak olduğundan Birinci Sultan Murat tarafından kendisine bu kasabanın mülkî, idari ve ilmi amirliği verilmiş­ti. İsrail bu kasabada düzeni yoluna koyarak Kadı olarak yerleşti. Böylece sükuna kavuşarak oğlu Mahmut Bedrettin’i ciddî bir tahsile tabi tuttu. Evvela kendi okuttu, sonra devrin en 
ta­nınmış iki alimini oğluna hoca olarak getirtti.

 Mahmut Bedrettin böylece o zamanki bütün im­kânlardan faydalanarak ilmini artırdıktan sonra seyahate çıktı ve Mısır’a kadar gitti. Orada İslâm dünyasının en kudretli Ulemasını bularak onlardan ders aldı. Bu arada Seyyit Şerif Cürca- ni ile Mübarek şah Mantıki gibi tanınmış mutasavvıflarla görüşerek onlardan faydalandı. Bir ara Mekke’ye giderek oradaki ulema ile tanıştı ve onlardan da feyz aldı. Mekke’den dönüşünde aslen Bayburt Türklerinden olup ilmi ile İslam âlemine büyük bir ün salan Şeyh Mahmut Ekmelettin’e intisap etti. Artık tam manası ile olgun­laşmış ve hakikî bir alim mertebesine yükselmiş olduğundan, halk ve hükümet nezdinde şöhreti; artmıştı. Bu şöhret Mısır Hükümdarı Seyfettin Berkok'un kendisini oğlu Ferec’e hoca tayin etmesi ile büsbütün yayılmıştı.

Bedrettin’in yaşadığı yüzyıllarda tasavvufun, inanışlara dayanan dinî ve İçtimaî doktrinlerin geniş kitle üzerinde büyük önemi vardı. Zira çe­şitli istilâlar ve millî, İçtimaî sebeplerle adeta post kavgası haline gelen Hükümetlerin birbirleri ile olan devamlı mücadeleleri ve bunların sebebiyet verdiği buhranlar geniş kitleyi şaşkın bir hale getirmişti. Böylece milyonlarca insan­ ları şeyhin İçtimaî bünyeyi istikrara kavuştura­cak sofiyane fikirlerine inandırmıştı. Bedrettin bu sırada Mısır, Suriye ve Anadolu’da en büyük .bir nüfuz sahibi bulunan, din âlimliği ile şeyhliği şahsında mezcetmiş Şeyh Hüseyin Ahlati’ye in­tisap etmişti. 

Bedrettin bu sırada bazı keramet­ler de gösterdiğinden, şöhreti üstün bir dereceye vasıl oldu. Esasen yazmış olduğu «Mükaşefat» adlı eserinde bunun hepsini haber veriyor, dinî ve İçtimaî hayatta yeni bir ufuk açıyordu. Bu arada felsefede ileri hamlelere ulaşmış, eşyanın hakikatini görmek için derin düşüncelere dalmış, murakabe ve müşahedelerini kendi nefsinde de­nemişti. Bu hailenle geniş ölçüde dikkati çekmiş, devrinin sofileri arasında en üstün bir şahsiyet olmuştu. Artık yerinde duramıyor, seyahatler yaparak sofiyâne düşüncelerini daha geniş ve çeşitli ülkeler görmek sureti ile yaymak ve insan­lığa mal etmek istiyordu. 

Bütün Israrlara rağ­men Mısır’dan ayrıldı. Suriye ve Şarkî Anadolu’­yu dolaştıktan sonra Tebriz'e geldi. Orada Timur ile görüştü. Timur Şeyhe çok hürmet ve iltifatta bulundu. Buna rağmen Timur’un yanında fazla kalmadı. Erzurum, Van, Bitlis ve havalisini dolaşarak Kahire’ye döndü. Bu suretle ufku ve İç­timaî görüşü daha fazla genişlemişti. Mısır’a döndüğü zaman Şeyh Hüseyin Ahlatî son günle­rini yaşıyordu. Bu ünlü Şeyhin ölümünden sonra bütün taraftarları Bedrettin’in bu makama otur­masını arzu ettiler. Fakat Bedrettin bu ünlü ma­kamı kabul etmedi. Çünkü son seyahatinde Ana­dolu’da kopmak üzere bulunan siyasî fırtınayı yakinen hissetmiş, Timur’un saldırıları ile Osman­ lI ülkesinin kanlara boyanacağını sezmişti. Binaenaleyh Kahire’deki bu yüksek mevkiden ve par­ lak hülyadan vazgeçmesi lâzımdı.

 Bütün İsrarla­ra rağmen durmadı ve yine Suriye yolu ile Cenu bî Anadolu’ya ve oradan da Konya’ya ulaştı. Konya’dan Ege bölgesine geçti ve İlmî, dinî ve sosyal olgunluğunun verdiği inançla bu havalide gizli ve esrarengiz dolaşmalar ve temaslar yap­tı. Nihayet Trakya’ya geçerek Osmanlı Saltana­tının merkezi Edirne’de yerleşmek istedi. Bu sı­ralarda olanlar olmuş, Ankara meydan muharebesiyle Timur Yıldırım Beyazit’i mağlup etmişti. Osmanlı ülkesi fetret devri yaşıyor ve Şehzade' kardeşlerin taht kavgası devam ediyordu. Edir­ne’de büyük kardeşi Süleyman Çelebi’yi mağlup ederek hükümran olan Musa Çelebi vardı. Musa Çelebi Şeyh Bedrettin’i büyük bir ihtiramla kar­şıladı, ve hemen kendisine en büyük İlmî makam olan Kadıaskerlik rütbesini verdi. Bedrettin bu makamdan faydalanarak geniş mikyasta taraf­ tar kazandı ve Ege mıntıkasında muvaffak oldu­ ğu gizli çalışmalarında devam etti . Böylece gizli tertibat almak ve teşkilât kurmak fırsatını ele geçirmişti.

 Musa Çelebi taht kavgasına düştüğünden, bunların farkına varamıyor ve farkında olmayarak şeyhe büyük fırsatlar veriyordu. Fa­kat Mehmet Çelebi Edirne’yi de ele geçirip birli­ği temin edince Şeyhin durumu birdenbire değiş­mişti. Evvela Kadıasker’lik mevkiini, sonra da İznik’e sürgün gönderilmek şuretile serbestisini kaybetti. Şeyh, belki İçtimaî nazariyelerini kur­duğu gizli teşkilâtla bir müddet daha olgunlaş­tıracak ve zaman da kazanacaktı. Fakat bu sür­ günlük programının değişmesine sebep oldu. Kendisinden ziyade taraftarları adeta «daha ne bekliyoruz, ne duruyoruz» diyorlardı. İzmir ha­valisi ve adaların gayrimüslim sakinlerini dahi geniş ölçüde Şeyhin sosyal fikirlerine sıkı sıkıya bağlamış olan Börkülceli Mustafa Karaburun’da ilk isyan bayrağı çekmiş ve halkı Şeyh Bedrettin namına yeni bir sosyal mezhebe davet ederek kitleler halinde tam bir inanışla kendisine katı lanlardan bir ordu teşkil etmişti. Börkülceli Mustafa, Şeyhin Kadıaskerliği sırasında kâhyasıSeres’de Kara Hanya Orta Mezarlık Camii ve Şeyh Bedreddin Türbesi Ruines de la Mosquée de Kara Hanya et de la Tombe du Cheikh Bedreddin à Sérès (Grèce)idi. 

Onun her türlü fikir ve inanışlarını yakinen öğrenmişti. Şeyh de bu imanlı ve heyecanlı ta­ raftarını ilk fırsatta harekete geçirecek şekilde hazırlamıştı. Börkülceli’nin Karaburun’da bayrak açtığı sırada yine şeyhin en hararetli taraf­ tarlarından, aslında bir Yahudi olan Torlak Ke­ mal de Manisa’da Şeyhin adına isyan etmişti. Bedrettin’in sosyal fikirleri din ve milliyet farkı gözetmediği için Ege mıntıkasındaki gayrimüs­limleri de heyecana ve harekete katılmağa sevk ediyordu. Halkın Dede Sultan adını verdiği Bör­külceli Mustafa ile Torlak Kemal halka şu fikirleri aşılıyorlardı. Bu akideler Şeyhin sosyal mez­hebinin özünü teşkil eder. «Bu dünyayı Allah insanların saadeti için yaratmıştır. Yer yüzün­ deki saadet ve servet yaradılışta müsavi olan insanlara müsavi olarak verilmelidir. Birinin zen­gin, diğerinin fakir, birinin tok, diğerinin aç olması hali yaradılışa ve tabiata uygun değildir. Nikâhlı kadınlardan başka her şey insanlar arasında müşterektir. İtaat edilecek kanunlar yara­dılış ve tabiat kanunlarıdır. Bunlar akıl ve iz’an ile de idrak olunurlar. Fikir ve vicdanın ahengi tabiat icabıdır, zorla ve kanunla değildir. Bütün insanlar kardeştir. Müslüman, Mecusî, İsevî ve Musevî yoktur. Tagallübe dayanan hükümet meşru olamaz.» Bu fikirler ve telkinler büyük akisler yaratıyor, uzun zamandan beri devam eden muharebe ve istilâlar dolâyısı ile baskı altın­ da bulundurulan ve hiç bir emniyete sahıb olma­ yan geniş kitleyi tesir altında bırakıyor ve Şeyh adına bayrak açanların her türlü nüfuzunu gün geçtikçe artırıyordu. 

Bursa, Manisa, İzmir, Ay­dın ve Konya havalilerinden binlerce insan işlerini bırakarak kitleler halinde Dede Sultan adile şöhret kazanan Börkülceli Mustafa ve Torlak Kemal’e iltihak ediyorlardı. İş bu hali almışken Bedrettin artık İznik’te kalamazdı. Der­ hal kaçtı, Karadeniz sahillerine çıktı ve oradan da Kefe yolu ile Eflâk ve Deliorman'a geç­ti. Zora bu mıntıkada Batiniliğe yol açan fikirlerinin iyice filizlendiğini seziyordu. Böylece geniş çapta taraftar toplayarak ya­ yılmağa devam etti. Fakat Çelebi Sultan Mehmet de uyumuyor, adeta adım adım Şeyhi ve adamlarını takip ediyordu. İlk önce Börkül­celi Mustafa üzerine kuvvet şevketti ise de iyice kuvvetlenmiş olan Dede Sultan bu kuvvetleri ilk karşılaşmada mağlup etti. Çelebi daha kuvvetli ikinci bir ordu gönderdi. Bedrettin’in bu imanlı ve kuvvetli vekili onu da perişan etti. Çelebi Sul­tan Mehmet tehlikeyi adam akıllı sezip saltana­ tın elden gideceğini anladığından bütün kuvveti ile Mustafa’nın üzerine yürüdü. Bu kuvvetli or­duya İstanbul Fatihi Sultan Mehmet’in babası veliaht ikinci Sultan Murat kumanda ediyordu. Genç ve cengâver veliaht şiddet kullanmağa mecbur oldu. Önüne geleni öldürttü. Bigünah ve masum insan kanları sel gibi akmağa başlamıştı. İş ciddileşmiş, Padişah’m tahtı ile memleket ço­ğunluğunun kanı karşı karşıya gelmişti. Bu kuv­vetli ordu Dedesultan ile karşılaşınca zorlu ve kanlı bir muharebe başladı. 

Neticede Dedesultan yenilmiş ve esir düşmüştü. Taraftarlarının pek çoğu kılıçtan geçirilmiş ve kendisi en müthiş iş­kencelere maruz bırakılmıştı. Bütün bunlara rağmen Dedesultan katiyen Bedrettin’in sosyal fikirlerinden dönmüyor, hatta onu Peygamber olarak tanıdığını söylüyordu. Bütün işkencelere rağmen bu fikrinde Israr ettiğinden çarmıha ge­rilişinden sonra, halâ mevcut kalan taraftarları fikirlerine hayatları pahasına bağlı olduklarım ifade ederek «yetiş ya Dedesultan» imdadı ile han­çerlerini kalplerine sokarak intihar ediyorlar ve oluk oluk kan akıtıyorlardı. Bu kanlı zaferden sonra Yahudi Torlak Kemal de Manisa önünde Şehzade’nin ordusu tarafından çevrilmiş ve üç- bin taraftarile birlikte tamamen kılıçtan geçiril­ mek suretile imha edilmişti. Sıra Şeyhe gelmişti. Şehzade Murat takviye ettiği ordusu ile Rumeliye geçerek ilerlemiş ve Şeyhin ordusu ile Serez önünde karşılaşmıştı. 

Kısa bir çarpışmadan sonra Şehzade ele geçirmeğe muvaffak olduğu Şeyhi götürüp babasına teslim etti. Çelebi Sul­tan Mehmet Hükümet aleyhine ve İslam dini akidelerine karşı çok kanlı bir ihtilâle liderlik 
et­miş olan şeyhi Dedesultan Mustafa ve Torlak Kemal gibi birdenbire bertaraf etmek istemiyor­ u. Devrin en kudretli âlimlerinden müteşekkil bir meclis toplayarak Şeyh’in muhakeme ve fi­ kirlerinin münakaşa edilmesini emretti. Heyeti teşkil eden hocalar müzakere ve münakaşa neti­cesinde Bedrettin’in fikirlerini kabul etmemekle beraber cezalandırılmasına dair bir hükme vara­madılar. Şeyh ilim, tasavvuf ve İçtimaî fikirler bakımından çok kudretli olduğundan, ilmi usul­ lerle ikna edilemiyor ve ölümüne fetva verilemi­yordu. Nihayet aslan Türk olmayan bir hoca, İranlı Molla Sait Haydar’ın fetvası ile idamı cihetine gidildi. Şeyh Bedrettin hayatı pahasına olan bu fetvaya büyük bir soğuk kanlılıkla boyun eğdi ve şahsiyetine uygun olarak Acem Mollanın fetvasını imzaladı.

Uzun yıllardan beri büyük bir emek mahsulü elde ettiği ününe, irfanına ve beşeriyetin müsa­vatına inanan fikirlerine bile bile kurban olmak istiyordu. Böylece 1417 de Serez’de idam edildi. Halk bu hadiselerden son derece üzgündü. Der­hal mezarının üzerine bir türbe yapıldı ve etrafı kütüphane, medrese ve vakıfları ile genişletildi. İş­ te bu yazımıza konu teşkil eden kemikler 1924 de bu türbeden İstanbul'a getirilmişti. Türbe bu­ gün Serez’de halâ ayakta durmakta ve tarihe mal olmuş bir bina hüviyeti arz etmektedir.Yazımızın başında naklettiğimiz kemiklerinin macerası sonunda aradan altı asra yakın bir za­man geçtiği halde bu bakiyelerin tekrar bir tür­beye iade edilmesinin de münasip olacağı kanaa­tinde bulunduğumuzu belirtmek isteriz. İşte, Simavna Kalesi fatihi ve kadısı İsrail’in oğlu Şeyh Bedrettin’in kırk sene evvel İstanbul'a nakledilen kemiklerinin ve kısaca hayatının hi­kâyesi budur. Osman SÜMER 1 2 3 4 5 * 7

(1) On ikinci Hicri asrın başlarında eyalet valilikle­ rinde ve sadrazamlıkta bulunmuş, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa maiyetinde yetişmiş, Istrancalı Mustafa Paşa.
(2) İstanbul Belediyesinde uzun müddet Mezat Dai­resi Müdürlüğü yapan Osman Timur.
(3) Dinî müesseseler hakkında büyük bir vukuf sahi­ bi olan ve yakın zamanlarda vefat ederek Fatih Camii haziresine defnedilen Esat Serezli.
(4) Tamamen yanlış olan Balkan Harbinde nakledil­ me rivayeti resmî muhaberatta da görülmektedir.
(5) Bakanlar Kurulu Kararının tarihi 23. 10. 1961, sa­yısı 5/1840 dır.
(6ı Bu türbenin giriş kapısı sırasında «İsviçre’de bir ameliyatı cerrahiye neticesinde on sekiz yaşında vefat eden Süleyman Beyin» parmaklıklı mezarı yanındaki baş köşededir.
(7) Bu heyete Topkapı Sarayı Müzesi idarecilerde İs­tanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü Kontrolörü ve Sultan Mahmud Türbesinin baş bekçisi dahil olmuştur.


*****

Necati Güngör abi ile ile 12 Ocak 2024 tarihinde Şeyh Bedrettin'in mezarı ile yaptığım telefon görüşmesinde,

Necati Güngör,  F.Demirtaş, Batu Işık ( Üç Malatya'lı)İstanbul

Malatyalı ünlü hikaye yazarı Necati Güngör'ün Cumhuriyet gazetesinde "İsmet Zeki ile Şeyh Bedrettin'in Mezarını Aradık" makalesinde:

"İsmet Zeki ile birlikte Divan yolu üzerindeki II. Mahmut Türbesi'ne gitmiştik. Kaynaklarda, Şeyh Bedrettin'in mezarının, II. Mahmut Türbesi'nin haziresinde olduğu yazılıydı. Ancak türbenin haziresindeki mezarları tek tek gözden geçirmeme rağmen, Bedrettin'in mezarına rastlayamamıştım. Durumu İsmet Zeki Eyuboğlu'na anlattığımda, 'Birlikte gidelim, sana gösteririm' dedi. Gittik. Şeyh'in kemiklerinin gömülü olduğu yeri, eliyle koymuş gibi buldu. Türbenin penceresi önündeydi hemen. (27 Mayıs'tan sonra Bakanlar Kurulu kararıyla, kemikleri Topkapı Sarayı'nın mahzeninden alınıp buraya defnedilmişti. Şeyh Bedrettin'in kemikleri Topkapı Sarayı'nda ne arıyordu, diyebilirsiniz şimdi? Balkan Göçü sırasında, Türkiye'ye göçenler, 'Şeyhimizin kemikleri düşman ayağı altında kalmasın' diyerek, yanlarında getirmişlerdi. 27 Mayıs sonrasında Topkapı Müzesi kayıtları elden geçirilirken, Şeyh Bedrettin'in kemiklerinin de orada bulunduğu ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine kemikler, bakanlar kurulu kararıyla Türbenin haziresine gömüldü. Böylece bir Osmanlı Padişahının boğdurttuğu düşünürü, bir başka Padişah kendi toprağına kabul etmiş oluyordu.) Ama Şeyh Bedrettin'in kemiklerinin gömülü olduğu yerde adı sanı yazılı değildi; adının yazılı olduğu taş yok edilmişti! Orası dümdüz topraktı. Bunun nedenini sormak istediğimizde, kimse bizi yanıtlamıyordu. Belli ki bilerek yok edilmek istenmişti... Olayı, Cumhuriyet gazetesinde haber olarak yayımladım. " 

                                       İsmet Zeki Eyüboğlu 
Fotoğraf alıntı: Necati Güngör 


     "Güngör, araştırmacı ve çevirmen İsmet Zeki Eyüboğlu Türbenin giriş kapısının hemen solunda mezarın yerini göstermişti. Eyüboğlu, mezarın yerini eliyle gösterirken fotoğrafını çektim. Mezar yerinde herhangi Şeyh Bedrettin'e ait bir yazı işareti yoktu. 1980'lerin sonlarında sade ve mütevazı bir şekilde mermerden bir mezar ve mezar taşı dikilmişti "dedi.


Sonuç olarak 

"... Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Mahmud günümüzde Yunanistan topraklarında bulunan, Edirne yakınlarındaki Simavna kasabasında doğmuştur. (ö. 823/1420). Osmanlı fakih ve mutasavvıfı, önemli bir isyan ve ihtilâl hareketinin başlatıcısı ...

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Osmanlı’nın fetret devrinde Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed'in kardeşi Musa Çelebi’nin Kazaskerliğini yapan bir gönül eridir...

Osmanlı padişahı I. (Çelebi) Mehmed tarafından cırılçıplak idam edilen Şeyh Bedreddin, Serez'de toprağa verilmişti. Şeyh Bedreddin, Serez çarşısında idam edilirken bu sözü söyler; “ben öldükten sonra yaşayacağım!”

Şeyh Bedreddin adına Edirne’de bir zâviye, Konya’da da bir mescid inşa edilmiştir.
Şeyh Bedreddin İznik’ten kaçtıktan sonra Rumeli’de verdiği derslerden oluşan felsefî, tasavvufî, kelâmî ve diğer fikrî konulara dair en önemli eseri Vâridât olup hakkında yoğun tartışmaların yapılmasına yol açan da daha çok bu eserdeki düşüncelerdir. 

Şeyhin kitaplarını çeviren okuyan araştıran ilim adamları Şeyhin Şiîlik ve Alevî-kızılbaşlıkla
 hiç bir ilgisinin olmadığı söyleseler de. Şeyh Bedreddin Deliorman bölgesinde Alevi Türkmenlerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki propaganda faaliyetleri yürütür. Türkmen Alevi- Bektaşi Kızılbaşlar tarafından her zaman desteklenmiş fikirlerini benimsemişlerdir. 

Özellikle sol- sosyalist menşeili yazar düşünürler Şeyh Bedreddin, yeryüzündeki servetin eşit paylaşılmasını ve halkların kardeşliğini savunarak, felsefesi Şeyh "Yarin yanağından gayrı her yerde, her şeyde, hep beraber olabilmek. Üzümü, inciri, zeytini hep beraber yiyebilmek." fikri Şeyh Bedreddin İsyanı’nı Anadolu topraklarındaki eşitlikçi ve sosyal adaleti önceleyen bir eylem olarak değerlendiriyor.

Ayaklanmaya farklı inançlardan insanlar katılmıştır. Yalnız bir Alevi ayaklanması değildir. Çağına göre Sosyalist bir ayaklanmadır. Şeyh büyük bir devrimcidir." diye görüş bildiriyorlar. Şeyh Bedreddin kitaplarını yayınlıyorlar, adına romanlar ,şiirler, resimler, filimler , paneller yaparak onu dünyaya tanıtıyorlar...

Sağ muhafazakâr, dinci aydınlar ise Şeyh döneminin önemli bir İslâm bilgini olmasına rağmen, İslam'ın temel inançlarını materyalist düşünceye benzer bir bakış açısıyla yorumladığından bu isyanı devlete karşı gelme mülhitlik ve zındıklıktan ibaret olarak okumaktadır. 

Şeyh Bedrettin, Türk tarihinde önemli bir figür olarak yer alan. Felsefi düşünceleri, yazdığı eserler ve yaşamıyla tanınan bu kişiliğin mezarı ise zaman içinde kaybolmuş bir hazineye dönüşmüştür. Ancak, bu nakil sonrasında Şeyh Bedrettin'in mezarının belirgin bir şekilde işaretlenmediği ve adının dahi yazılmadığı bilinmektedir. 

Ama ne yazık ki, Osmanlı Padişahları, paşaları, bürokratları hepsi birer sanat eserleri mermer mezarlar içinde Şeyh Bedreddin'in mezarı 64 yıldır sahipsiz, bakımsız kalmış. Şimdiye kadar bir mezar yapılması ve yazıt dikilmesi lazımdı. (...)

Bedreddin’in anısını onun üzerine araştırma yapan düşünce ve bilim adamlarının, sanatçıların yüzyıllar öncesindeki sosyal isyanın hikâyesini bugünlere taşıyan, sadece bu eserler değil. Halk da unutmuyor. Yüzyılların ötesinden bugünlere gelen "ben dehalümce Bedreddinem" atalar deyimi, halkın da unutmadığının kanıtı...

 Ünlülerin mezarlığının bitişiğinde Türk ocağı kahvesinde ;
Ayhan Aydın, Kaan Polatlar, Metin Aybek, Abbas Karakaya, Fikri Demirtaş'la
 bir araya gelip Şeyh Bedrettin'i andık sohbet ettik.

Şeyh Bedrettin'in sadece bir mezar değil, kültürel bir miras olduğu unutulmamalıdır. Onun adı üzerine şiirler yazılmış, sinema filmleri ve tiyatroları yapılmış, araştırma kitapları kaleme alınmış ve hatta felsefi düşüncelerinden partiler, dernekler ve fikir hareketleri ideolojik olarak faydalanmışlar, hatta faydalanmaya devam etmektedirler.

Hakkında yurtdışında ve yurt içinde onlarca araştırma yapılan, sanat eserleri yazılan bu önemli tarihi kimlik, şaşalı mezarlar içinde neden belirsiz bir "mezarda" gömülü? Tarihe meraklı insanlarımız, yabancı ziyaretçiler, Bedreddin’in mezarını görmek isterlerse nereyi göstereceğiz? Bunlar ve benzeri soruların cevabı yok. Veya bu cevabı sadece yetkililer biliyor..."


İşte, Simavna kalesi fâtihi ve kadısı İsrail’in oğlu Şeyh Bedreddîn’in artık mezarı buradan çıkartılıp halkın içine İstanbul'da binlerce vakıf  arazilerinde hazine arazilerinde türbeler varken Şeyh Bedrrettine bir türbe yeri verilmesi.

Bu sebeple, Şeyh Bedrettin'in anısını yaşatmak adına Kültür ve Turizm Bakanlığı ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından uygun bir yerde 
Geleceğe Dönük Bir Teklif :

 * Mezarının Taşınması: Şeyh Bedreddin'in mezarının  uygun  bir yere taşınarak bir türbe yapılması, onun anısına saygı gösterilmesi açısından önemli olabilir.
 * Müze, Kütüphane ve Felsefe Okulu: Şeyh Bedreddin'in hayatı, düşünceleri ve isyanı hakkında daha detaylı bilgi veren bir müze, kütüphane ve felsefe okulu kurulması, onun mirasının gelecek nesillere aktarılmasını sağlayabilir.

Bu sayede tüm insanlığın ziyaret edebileceği bir mekanda Şeyh Bedrettin'in anısını yaşatmak, kültürel mirasımızı korumak ve insanlığa duyulan bir borcu yerine getirmek olacaktır.


*****

Egemenlerin beslediği ‘ulema’nın “kanı helal, malı haram” fetvasıyla yağmurlu bir Aralık gününde, Serez Çarşısı’nda asıldı Bedreddin.


" YAĞMUR CİSELİYOR
Yağmur çiseliyor,
Serez’in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddin’im bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın,
görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek için…"

Nazım Hikmet

Fotoğraf Galerisi:

Malatya  Mebusu Ahmet Hamit Bey H.1229

Fotoğraf: Erdal Kay

Fotoğraf: Erdal Kay



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haceli: Malatya'nın Efsanevi Divanesi

Arguvan'da Lezzetin ve Geleneğin Buluştuğu Gün: Yöresel Yemek Yarışması Coşkusu

Fırat'ın Kıyısında Bir Zaman Yolculuğu: Gerger'in Saklı Köyleri