Kahverengi Levhasız Kimliklerimiz: Anadolu'nun Kayıp Hazineleri ve Zamana Meydan Okuyan Bir Şahit: Akçadağ Kırık Köprü
Kahverengi Levhasız Kimliklerimiz: Anadolu'nun Kayıp Hazineleri ve
Zamana Meydan Okuyan Bir Şahit: Akçadağ Kırık KöprüTürkiye'nin dört bir yanında, zamanın ve kaderin acımasız ellerine terk edilmiş, kahverengi levhasız nice tarihi eserler saklı. Bir gezgin öğretmen olarak yolculuklarımda sıklıkla karşılaşıyorum onlarla; köprüler, çeşmeler, camiler, manastırlar, kiliseler... Her biri kendi içinde bir hikâye barındıran, geçmişin sessiz tanıkları. Onları gördüğümde içimde bir sızı beliriyor, fotoğraf karelerine hapsediyorum o hüzünlü güzellikleri. Ardından peşlerine düşüyor, bilgilerini toparlıyor ve kaleme alıyorum.
Bu eserler, aslında Anadolu'nun kanayan yaraları. Ana yollardan uzakta, patika köylerde, unutulmuş mezralarda, bir zamanlar hayatın aktığı, insanların ibadet ettiği, susuzluğunu giderdiği, yollarını kısalttığı mekânlar... Şimdi ise çoğu harabeye dönmüş, taşları dökülmüş, duvarları çatlamış, otlar bürümüş. Üzerlerindeki işlemeler, bir zamanlar ustalarının ellerinden çıkan zarafeti fısıldıyor ama o fısıltılar bile artık zor duyulur hale gelmiş. Kimisi bir tarlanın ortasında, kimisi bir nehrin kıyısında, kimisi de sarp bir yamacın eteğinde, insan gözünden uzak, kaderlerine terk edilmişler.
Oysa her biri, üzerinde yaşadığımız toprakların zenginliğini ve derinliğini gösteren birer hazine. Bir köprünün kemerlerinde, bir çeşmenin yalağında, bir caminin mihrabında, bir manastırın duvarlarında geçmişten gelen bir nefes var. Her bir taşında, bir medeniyetin izleri, bir sanatçının ruhu, bir inancın sesi gizli. Onların sessizliği, aslında bizim onlara karşı duyarsızlığımızın bir çığlığı. Kapanan köy okulları gibi, terk edilen bu eserler de, bir zamanlar var olan canlılığın, aidiyetin ve kültürün nasıl yavaş yavaş yok olduğunu anlatıyor.
kilisenin yıkık dökük duvarları arasında yankılanan boşluk, bir çeşmenin kurumuş oluklarından akmayan su, bir köprünün üzerinden geçmeyen adımlar... Tüm bunlar, bize yalnızca geçmişi değil, bugünü ve geleceği de sorgulatmalı. Bu eserler sadece "eski bir yapı" değil, aynı zamanda kimliğimizin bir parçası. Onlara sahip çıkmak, aslında kendi köklerimize, kendi tarihimize sahip çıkmaktır.
Bu topraklarda yüzlerce medeniyetin izi var. Biz, bu mirasın bekçileriyiz.
Kahverengi levhası olmayan, tescil edilmemiş, gözden uzakta kalmış bu sahipsiz güzellikleri gün yüzüne çıkarmak, onları korumak ve gelecek nesillere aktarmak hepimizin sorumluluğu. Her bir restore edilen yapı, sadece bir binanın değil, bir hafızanın, bir kimliğin ve bir umudun yeniden ayağa kalkışı olacaktır.
Definelerin Gölgesinde Kanayan Miras: Tarihi Eserlere Yönelik Tahribat
Anadolu'nun dört bir yanındaki paha biçilmez tarihi eserler, sadece zamanın değil, aynı zamanda definecilerin acımasız ellerinin de kurbanı oluyor. Kültür ve Turizm İl Müdürlüklerinin bile ulaşmakta zorlandığı, hatta varlığından dahi bihaber olduğu kuytu köşelerdeki bu hazineler, defineciler tarafından şaşırtıcı bir ustalıkla tespit ediliyor. Sanki yeraltını tarayan özel bir yetenekleri varmış gibi, bu gözden uzak noktaları bulup, köstebek gibi eşeliyorlar.
Gözü dönmüş bu kişiler, sadece tarihe değil, aynı zamanda doğaya da telafisi güç zararlar veriyorlar. Bir zamanlar sessiz sedasız duran tarihi kalıntıların çevresi, şimdi devasa çukurlarla, yerinden sökülmüş taşlarla ve gelişi güzel dağılmış toprak yığınlarıyla dolu. Adeta bir savaş alanı gibi bırakılan bu mekânlar, hem geçmişin izlerini siliyor hem de doğal dengeyi altüst ediyor. Bu tahribatın ardında yatan ise, yurt dışındaki karaborsalarda fahiş fiyatlarla satılacak eserlere ulaşma hırsı. Yüzlerce yıldır toprağın altında uyuyan sırlar, birkaç gözü dönmüş definecinin hırsıyla sökülüp atılıyor, ait oldukları topraklardan koparılıp belirsiz ellere satılıyor.
Bu durum, Anadolu'nun kültürel kimliği için büyük bir tehdit oluşturuyor. Her bir kazmayla vurulan darbe, sadece bir taşa değil, bir medeniyetin hafızasına ve gelecek nesillere aktarılması gereken bir mirasa verilen zarardır. Definecilerin sebep olduğu bu tahribat, kurumsal duyarsızlık ve denetimsizlikle birleştiğinde daha da yıkıcı hâle geliyor.
Bu sessiz çığlığa kulak vermek ve bu yağmaya bir dur demek için daha etkin önlemler alınması şart. Aksi takdirde, gözden uzak her tepenin ardında, her derede, her patika yolda definecilerin hırsının izleri kalmaya devam edecek ve Anadolu'nun paha biçilmez hazineleri birer birer yok olup gidecek.
Siz de çevrenizde bu tür izlere rastladığınızda, onları belgeleyerek ve ilgili kurumlara (Jandarma, Müze Müdürlükleri) bildirerek bu mücadeleye katkı sağlamak ister misiniz?
Kurumsal Duyarsızlık ve Parlayan İstisnalar
Ne yazık ki, Kültür ve Turizm İl Müdürlükleri ile belediyelerin birçoğu, tarihi eserleri koruma ve onlara sahip çıkma görevlerini yeterince yerine getirme konusunda yetersiz kalıyor. Masa başında geçen zamanlar, yeterli çaba gösterilmemesi ve kaynak aktarılmaması, bu paha biçilmez mirasın göz göre göre yok olmasına zemin hazırlıyor. Ancak bu kasvetli tablonun içinde parlayan istisnalar da yok değil. Bazı şehirler, bu konuya hak ettiği önemi vererek harika çalışmalar yapıyor, adeta birer kültürel kalkınma projesi yürütüyorlar. Restore edilen konaklar, canlandırılan hanlar, turizme kazandırılan antik kentler ve müzeler, hem yerel ekonomiye katkı sağlıyor hem de kültürel mirasımızı tüm dünyaya tanıtıyor. Bu örnekler, doğru yaklaşımla neler başarılabileceğinin en somut kanıtları.
Öneriler: Tarihi Mirasa Yeniden Can Vermek
Bu sessiz çığlığa kulak verip, bu mirasın kaybolmasına izin vermemeliyiz. Onların varlığı, bizim kültürel zenginliğimizin bir göstergesi; onların yok oluşu ise, bu zenginliğe sırt çevirmemiz anlamına gelir. Onlara yeniden hayat vererek, Anadolu'nun kadim ruhunu yaşatmaya devam edelim. İşte bu konuda atılabilecek somut adımlar:
* Envanter Oluşturma ve Dijital Haritalama: Öncelikle, gözden uzak kalmış tüm tarihi eserlerin detaylı bir envanteri çıkarılmalı ve dijital bir harita üzerinde işaretlenmelidir. Bu, hem koruma çalışmalarını kolaylaştıracak hem de potansiyel turizm rotalarının belirlenmesine yardımcı olacaktır.
* Yerel Yönetimlere Yetki ve Sorumluluk: Kültür ve Turizm Bakanlığı, yerel yönetimlere, özellikle il müdürlüklerine ve belediyelere, bu eserlerin korunması ve restorasyonu konusunda daha fazla yetki ve kaynak aktarmalıdır. Aynı zamanda, bu yetkilerin etkin kullanımı denetlenmelidir. Başarılı örneklere sahip şehirler, diğerlerine model olmalı ve deneyimlerini paylaşmalıdır.
* "Kahverengi Levha" Zorunluluğu ve Tanıtım: Tescil edilmemiş ancak tarihi değeri olan her eserin, ilgili kurumlarca tescil edilerek "kahverengi levha" ile tanıtılması zorunlu hale getirilmelidir. Yol levhalarına kilometreleri de yazılmalı. Bu levhalar sadece eserin adını değil, kısa bir tarihçesini ve önemini de içermelidir.
* Halkın Katılımı ve Gönüllülük Esası: Tarihi eserleri koruma bilinci halka aşılanmalı, gönüllülük esasına dayalı projeler desteklenmelidir. Yerel halkın eserlere sahip çıkması, hem korunmalarını kolaylaştıracak hem de turizm potansiyellerini artıracaktır.
* Fon ve Hibe Programları: Avrupa Birliği fonları, özel sektör hibeleri ve ulusal bütçeden ayrılacak özel kaynaklarla bu eserlerin restorasyon ve bakım çalışmaları için sürekli fonlar oluşturulmalıdır. Bu fonlara ulaşım kolaylaştırılmalı ve şeffaf bir şekilde yönetilmelidir.
* Eğitim ve Farkındalık Çalışmaları: Okullarda ve toplumsal düzeyde, kültürel mirasın önemi hakkında eğitim ve farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. Gezgin öğretmenler gibi duyarlı bireylerin gözlemleri ve çalışmaları teşvik edilmelidir.
* Turizm Rotalarına Entegrasyon: Bu eserler, sadece bireysel keşifler olarak kalmamalı, var olan turizm rotalarına entegre edilmeli veya yeni tematik rotalar oluşturularak ziyaretçilere sunulmalıdır. Özellikle kırsal turizmin geliştirilmesiyle bu eserlerin çevresindeki köyler de ekonomik olarak canlanacaktır.
* Köy Odaklı Kalkınma Modeli: Köy okullarının yeniden açılmasıyla birlikte, tarihi eserlerin bulunduğu köylerde turizm odaklı kalkınma modelleri geliştirilebilir. Köylüler, ev pansiyonculuğu, yerel ürünlerin satışı ve rehberlik hizmetleriyle bu süreçte aktif rol alabilirler.
Unutmayalım ki, bu eserler sadece geçmişin değil, geleceğin de birer köprüsüdür. Onlara sahip çıkmak, sadece taşlara değil, bir ulusun hafızasına ve kimliğine sahip çıkmaktır. Bu konuda atılacak her adım, Anadolu'nun sessiz çığlığını dindirerek, onu yeniden diriliş umuduyla dolduracaktır.
Kırık Köprü (Kerken Köprüsü) Hakkında Bilgiler
20 Mayıs 2025 tarihinde yol arkadaşım Adil Aktaş ile rotamız Malatya ili, Akçadağ ilçesi, Bayramuşağı Mahallesi (köyü) sınırları içinde yer alan Kırık Köprü (Kerken Köprüsü) idi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun 13.05.2016 tarihli ve 2846 sayılı kararı, 44.01.85 dosya numarası ile 2. Grup yapı olarak Kırık Köprü (Kerken Köprüsü) tescil edilmiştir.
Kayseri Malatya D 300 yolu
Malatya'dan , Darende ilçesine doğru giderken 50 km. uzaklıkta Bayramuşağı yol ayrımında yaklaşık 200 metre ileride, ana yolun yaklaşık 50 metre güneyinde, Kuruçay yatağı üzerinde yer almaktadır. Dere kurumuş vaziyettedir. Dere yatağı yol yapılırken moloz atıkları ile doldurulmuştur. Kuzey-güney doğrultuda uzanan köprü, tek kemer açıklığına sahiptir. Kemer kısmı düzgün kesme kireç taşından, geri kalan bölümleri moloz taş dolgu ile yapılmıştır. Malzeme ve mimari tekniği itibarıyla Geç Osmanlı dönemi yapıları ile benzerlik göstermektedir. Köprünün üstü ve derz araları sonradan beton harçla doldurulmuştur. Günümüzde kullanılmayan köprü, bakımsız ve harap durumdadır.
Zamana Meydan Okuyan Bir Şahit: Kırık Köprü Gezisi
Malatya'nın Akçadağ ilçesindeki Bayramuşağı yolu üzerinde, Ankara istikametinden yaklaşık 200 metre içeride, tarihin sessiz tanığı Kırık Köprü (Kerken Köprüsü) dimdik ayakta duruyor. Ne var ki, ona ulaşmak adeta bir keşif yolculuğu gerektiriyor. Yeni yol yapımı sırasında, köprünün bulunduğu dere yatağına gelişigüzel dökülen tonlarca kaya ve hafriyat, eski patika yolu yutmuş. Biz de, alıç ağaçları ve çalılıkların arasından, kayaların üzerinden seke seke ilerleyerek ulaştık bu kadim yapıya.
Köprünün dört bir yanı, bir zamanlar hayat dolu olan bağlantı yollarından arındırılmış. Sanki tüm bağlarını koparmış, yalnızlığına hapsolmuş gibi. Ama o, tüm tahribata inat, “Yıkılmadım, ayaktayım!” dercesine meydan okuyor doğaya ve insanlara. Baharın müjdecisi çiçekler, gelincikler, bembeyaz papatyalar ve adını bilmediğimiz, güneşin yedi rengini taşıyan sayısız kır çiçeği, köprünün eteklerinde özgürce açmış, adeta bir görsel şölen sunuyor. Çiçeklerin üzerinde vızıldayan arılar, nazlı nazlı süzülen kelebekler, bu terk edilmiş güzelliğe hayat katıyor.
Köprünün batı yakasındaki Kuruçay dere yatağı kurumuş. Ancak köy tarafından, tepeden gelen berrak su, şırıl şırıl akarak köprünün ayaklarının altından Kuruçay'a doğru can veriyor. Köprünün hemen önünde, devasa bir kavak ağacı, yemyeşil dallarını göğe, bulutlara doğru uzatmış. Sanki köprüyü şefkatle sarmalamış, ona muhafızlık yaparcasına dimdik duruyor. Bu heybetli ağaç, köprüye ayrı bir güzellik katmış, ikisi birlikte doğanın ve tarihin iç içe geçtiği muazzam bir kompozisyon oluşturmuşlar. Gökyüzünün o masmavi derinliği, bembeyaz bulutlarla birlikte, en usta ressamın bile tuvaline aktaramayacağı kadar eşsiz bir tablo sunuyordu. Adil Bey ile birlikte, fotoğraf makinelerimizin deklanşörüne basarak ve cep telefonlarımızla bu anları ölümsüzleştirdik.
Yüzlerce yıl boyunca kervancılara , yöre halkına köprü olan, nice sevinçlere, nice acılara, nice hikâyelere tanıklık eden bu esere ne yazık ki sahip çıkılmamış. Ne kahverengi bir yönlendirme levhası var ne de restorasyonu yapılmış. Halbuki yeni yol yapılırken, bu köprüye kolayca bir bağlantı yolu yapılabilirdi. Etrafı düzenlenip, yoldan geçenlerin nefes alabileceği, köprü manzaralı bir dinlenme alanı haline getirilebilirdi. Kırık Köprü, dil olsaydı da konuşabilseydi, kimbilir ne acı itiraflarda bulunurdu bu ihmal edilmişliğe dair...
Siz de çevrenizde bu tür eserlere rastladığınızda, onları belgeleyerek ve ilgili kurumlara bildirerek bu mücadeleye katkı sağlamak ister misiniz?
Fotoğraf Galerisi:
Tarihi eserlere olan duyarlılık kültür meselesidir.Bu konuda belli bir kultur oluşturulmamışsa tarihi eserler yok olmaya mahkumdur.Insanlik geçmişiyle ilgili bilgilere, günümüze kalan bu eserler sayesinde ancak ulaşır.
YanıtlaSilHasılı geçmişini bilmeyen toplumlar geleceklerini tayin edemezler.