ULUBABA ZİYARETİNE YOLCULUK: ZAMANIN İZLERİNDE BİR İNANÇ SERÜVENİ
Ulu Baba Türbesi
21 Temmuz 2025 pazartesi günü, Malatya ovası, öğle güneşinin altında eriyen bir kurşun gibi ağır ve sıcaktı. Yakıcı toprak, buharlarını gökyüzüne salarken, fotoğraf makinelerimizi kuşanmış üç yol arkadaşı – Orhan Alkaya, Tahsin Aydoğmuş ve ben – kadim hikâyelerin peşinde, Adıyaman’ın Çelikhan ilçesindeki Ulubaba Türbesi’ne doğru yola koyulduk.
Amacımız sadece bir türbeyi ziyaret etmek değil, bu kadim topraklarda saklı kalmış derin hikayelerin izini sürmekti. Şehirden çıktıktan kısa bir süre sonra yakıtımızı aldık ve kendimizi yola vurduk, adeta zamanı geride bırakarak "sürüp gittik."
Rotamız Darende-Gürün üzerinden Kayseri'ye çıkan Ankara yolunun kavşağında Gaziantep-Adana yoluna saparak devam etti. 60 kilometrelik bir yolculukla Doğanşehir Sürgü beldesine , doğru ilerliyorduk.
Yitirilen Miras : Köy Enstitüsü'nün Sessiz Çığlığı
Bu geniş düzlükte, geçmişin izleri arasında, Akçadağ Köy Enstitüsü - Öğretmen Okulu'nu gördüm.
1976’da mezun olduğum bu taş binalar, altı yıllık yatılı hayatımın sığınağıydı. Şimdiyse terk edilmiş bir harabeye dönmüştü. Binalar yıkılmış, talan edilmiş, ağaçlar kurumuş, bahçesi yabani otlara teslim olmuştu. Köy Enstitüsünün mezarlığı bile korunmamıştı. Okulun madden hafızasını silmek için ellerinden ne gelirse yapmışlar. Bu yıkım, depremin değil, bir medeniyet projesine sahip çıkamayan zihniyetin eseriydi.
Akçadağ Köy Enstitüsü Mezarlığına Vefa
Unutulmuşluğun gölgesine terk edilmiş, mezar taşları kırılmış Akçadağ Köy Enstitüsü/Öğretmen Okulu mezarlığı, Pötürgeli iş insanı arkadaşım Nurettin Aydın'ın vefalı eliyle yeniden hayat buldu. Aydın'ın katkılarıyla mezarlığın etrafı çitle çevrilerek bakımsızlığın izleri silindi.
Bu anlamlı girişime ek olarak, Akçadağ Köy Enstitüsü Yerleşkesi tabelası da Gölpınar, Sahil köy ve Karapınar levhalarının yanına asıldı. Bu küçük ama önemli adımlar, Köy Enstitülerinin mirasına sahip çıkma ve onları gelecek nesillere aktarma çabasının birer simgesi oldu.
Bu eylemler, sadece fiziksel bir düzenleme olmanın ötesinde, geçmişe duyulan saygının ve tarihe sahip çıkma bilincinin bir yansımasıdır.
Adana yolunda adeta "uçar gibiydik." Yolun ve yolculuğun tadı, gönlümüzün her bir köşesine yayılıyordu. Yolların iki tarafı, dağlar ve tepeler yemyeşil kayısı ormanlarıyla kaplıydı. Ancak bu güzelliğin ardında hüzünlü bir gerçek yatıyordu: 12 Nisan'da 36 ili etkileyen o şiddetli don olayı afeti nedeniyle, ağaçlarda güneşin altın yumurtası gibi parlayan kayısılar, yani hiçbir meyve yoktu. İklimin kırbacı bu bölgeyi fena vurmuştu; civardaki hiçbir meyve ağacında tek bir meyve bile kalmamıştı.
Sürgü: Yeşilin ve Serinliğin Vahası
Malatya’nın kavurucu sıcağından kaçıp Sürgü’ye ulaştığımızda, bedenimizi serin bir nefes sardı. Çınarların devasa gölgeleri altında, kristal berraklığında sular çağıldıyor; alabalıklar dere yatağında gümüş ışıltılar saçıyordu. Takas, Alibaba balık çiftlikleri ve huzur veren mesire alanları ruhumuza ferahlık katıyordu.
Çamlıca Balık Restoranı’nda, söğütlerin suya değen dalları eşliğinde taptaze alabalıklar yedik. Burası, doğanın kendi elleriyle çerçevelediği bir tabloydu: Mis kokulu çamlar, fısıldaşan ıhlamur ağaçları, gürültücü serçeler… Çaylarımızı yudumlarken, "Yolcu yolunda gerek" deyip yeniden düştük yollara.
Tütün Tarlaları ve Zorlu Yollar
Sürgü'den ayrıldıktan yaklaşık beş kilometre sonra, Gaziantep-Kahramanmaraş transit yolu güzergahında Çelikhan-Bulam yol ayrımına saptık. Bölgenin en önemli tarım ürünü olan tütün, yol boyunca bize eşlik etti.
Ovadaki düzlüklerden dağlara doğru yükselirken, kayalıkların arasında bile özenle oluşturulmuş teraslarda tütün ekiliydi. Göz alabildiğine uzanan yeşil bir örtü, manzarayı kaplamıştı. Tütün tarlalarında çalışan kadınlar ve erkekler, "karınca gibi" bir azimle toprağı işliyorlardı. Hasat edilen tütün yapraklarını güneşte kurutmak için, evlerin ve tarlaların kenarındaki boş alanlara ağaç dallarından yapılmış iskeleler, yani "sergenler" kurulmuştu.
Bu yeşil deniz, bölgenin tarım kültürünü ve insanının alın terini gözler önüne seriyordu.
Ulubaba'ya Giden Sırlar Yolu
Ulu Baba Ziyareti: Merkeze bağlı Azikan Köyü sınırları içinde...
Adıyaman Çelikhan İlçesine bağlı Pınarbaşı"dan(Bulam) sonra karşımıza kahverengi bir levha çıktı: "Ulubaba Levhası, Ulubaba Yaylası, rakım 2600." Ancak bu levhada nedense kaç kilometre kaldığı yazılmamıştı. Oysaki bu tür levhalarda mesafenin belirtilmesi, yolcuların zamanlarını daha iyi ayarlamalarını sağlardı.
Neyse ki Orhan Bey, on yıl önceki tecrübesine dayanarak Ulubaba'ya yaklaşık 10-12 kilometre yol kaldığını tahmin etti.
Sarıkafa (Çil) köyünün çıkışından itibaren yol stabilize hale geldi ve mucur dökülmemişti. Yol oldukça dar, virajlar keskin ve kısaydı; şoförlerin son derece dikkatli olması gerekiyordu. Hızımız 20 kilometreye düşmüştü. "Dağların yolu deyince aklımıza dağlara kıvrıla kıvrıla çıkan, dağlara döne dolana inen yollar gelir," cümlesi bu etabı tam olarak tarif ediyordu. Zirveye yaklaştıkça yol kenarına ,sekilere, teraslanmış yerlere dikilmiş akasyalar çam, badem ağaçlandırmalar dikkatimizi çekti. Tırmandıkça bulut kümeleri altımızda kalmaya başlamıştı; adeta bulutların üzerine çıkıyorduk.
Dağ Otları
Dağda bitki örtüsü çakşırlar, gevanlar, yemlikler, dağ naneleri, kekikler, kengerler, sarı çiçekler ve sığır kuyruğundan başka kokulu otlar dağın bağrını süslüyordu. Dağ taş havayı kokluyorsun.Bunlar dağın tadını en güzel zevklerini vermektedir.
Dağa arabayla tırmanırken, ara sıra mola veriyor, arabayı dinlendirirken Orhan Bey ve Tahsin Abi ile birlikte, Akdağ'ın, kürtçe ( Çiyayi Sipi) ve çevrenin nefes kesen panoramik görüntülerini fotoğraf makinelerimizle özenle kareliyorduk.
2551 metre yüksekliğiyle Akdağ ( Çiyayi sipi)
Böyle uzaktan bakınca insanın içini bazen sevgiler, bazen ürpertilerle dolduran bu Mor dağlarda bizim şimdiye kadar bilmediğimiz, görmediğimiz öyle başka güzellikler, öyle tatlı heyecanlar saklıdır ki...
İşte dağcılar fotoğrafçıların gezginler dağlara çeken asıl neden mağaralar, yaylalar, kır çiçekleri, bitkiler, yabani ağaçlar , hayvanlar, buz gibi su gözeleri, Pınar sularıyla çobanlar, kovancılar, yaylacılar ve gezmelerde heyecan...
Orhan Bey bize "arkadaşlar hayvanlar dağlarda iç güdülerine uyarak en güzel, en rahat çıkış yolunu bulup çiziyorlar. Dağlara onların yollarını izlerseniz hiç yorulmazsınız" diyerek bilgi verdi.
Zirvedeki Huzur: Ulubaba Türbesi
Nihayet Ulubaba Türbesi'ne vardık. Türbenin bulunduğu yerin panoraması büyüleyiciydi. Tepemiz masmavi bulutlarla çevriliydi ve dağın zirvesinde serin bir esinti vardı. Bu yükseklikten, Adıyaman Yazıbalıköyü (Azikan), Atatürk Barajı, Besni, Samsat, Çelikhan, Bulam, Sürgü, Erkenek, Gerger, Sincik, Kahta ve Nemrut Dağı kuşbakışı görünüyordu. Rakım 2600 metreydi ve bu yükseklikten görünen manzara adeta bir kartpostalı andırıyordu.
Türbede bizi, dedesinden kalma bir miras olarak türbedarlık yapan Yusuf Gül karşıladı. Yusuf Bey ile ayaküstü sohbet ettik ve türbenin karşılaştığı sorunlar hakkında detaylı bilgi aldık. Bulam köyünden Pir Mehmet Büyükşahin'in Üryan Hızır ocağına bağlı olduklarını ve şu an pirlik postunda oğulları İnşaat Mühendisi Ali Büyükşahin Dede'nin oturduğunu söyledi.
Türbedar Yusuf Can, içme suyunun hayırseverler tarafından tankerle Sarıkaya köyünden getirildiğini ve Elif-Hüseyin Sekman hayratı çeşmesinin suyunun da yine hayırseverlerin maddi yardımlarıyla traktörlerle Sarıkaya köyünden getirilerek su deposuna konulduğunu belirtti. Elektriğin ise güneş panelleriyle sağlandığını anlattı. Yusuf Gül, daha güçlü bir güneş enerjisi paneliyle Sarıkaya'dan su getirilebileceğini ve aydınlatma yapılabileceğini vurguladı. Çöplerin toplandığı ve bir yerde biriktirilerek yakıldığını, ancak haftada bir Çelikhan ve Bulam Belediyesi tarafından alınmasının daha iyi olacağını da dile getirdi. Ayrıca, türbede Abdal Musa lokması, birlik cemi yapıldığını ve Kürtçe, Türkçe deyişler eşliğinde bağlama ile semah dönüldüğünü anlattı. Bu bilgiler, Ulubaba'nın sadece bir türbe olmadığını, aynı zamanda canlı bir inanç ve kültür merkezi olduğunu gösteriyordu.
Türbe ve Çevresinin Fotoğrafları
Türbeye ulaştığımızda, ilk işimiz bu kutsal mekanın genel görünümünü kadrajımıza almak oldu. Alevi canların maddi ve manevi destekleriyle, ne yazık ki mimari bir özelliği olmayan, adeta plansız bir şekilde inşa edilmiş olan türbe ve müştemilatı (tuvaletler, kurban tığlama alanı, lokma pişirme yeri), yanı sıra bulunduğu zirvenin muhteşem manzarası, fotoğraf makinelerimizin objektifine yansıdı. İçeri girdiğimizde ise, türbenin manevi atmosferini ve içindeki detayları belgeledik.
Tahsin Abi, özellikle türbedar Yusuf Gül'ün portrelerini çekerek, bu özel insanın yüzündeki bilgeliği ve dinginliği yansıtan sanatsal kareler yakaladı.
Türbe, yanındaki müştemilatlarla birlikte betonarmeden inşa edilmişti.
Deprem Sonrası Ulubaba'nın Geleceği: Bir İnanç ve Kültür Merkezi İçin Öneri
28 Haziran 2023 tarihli bir yerel habere göre, 6 Şubat Maraş merkezli depremlerde ağır hasar görmüş ve neredeyse tüm duvarlarında çatlaklar oluşmuş. Bu durum, türbenin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyormuş. Deprem sonrası türbe elden geçilerek çatlaklar onarılmış. Açık yeşil dış cephe boyası ile boyanmış.Mevcut durum, türbenin ve müştemilatın mimari açıdan yetersizliğini de açıkça ortaya koyuyor. Oysaki Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, ilgili il ve ilçe belediyeleri ile hayırseverlerin işbirliğiyle, bu önemli inanç merkezi daha güzel, kullanışlı ve mimari bir plana uygun şekilde yeniden inşa edilebilir.
Ulubaba Türbesi, bölgenin Alevi inancına sahip vatandaşları için sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda köklü bir kültürel miras ve manevi bir buluşma noktasıdır. Bu kutsal mekanın, hem tarihi ve kültürel önemine yakışır bir estetikle, hem de depreme dayanıklı, modern ve fonksiyonel bir yapıyla yeniden ayağa kaldırılması büyük önem taşımaktadır. Yeniden yapılanma sürecinde, türbenin özgün ruhunu ve maneviyatını koruyarak, engelli erişimi, çevre düzenlemesi ve ziyaretçiler için temel ihtiyaçları (su, tuvalet, dinlenme alanları) karşılayacak altyapıların da entegre edilmesi, Ulubaba'yı daha erişilebilir ve cazip bir ziyaret noktası haline getirecektir. Bu proje, aynı zamanda bölge turizmine de önemli katkılar sağlayacak, inanç turizmi potansiyelini daha da artıracaktır. Ulubaba'nın, geçmişten geleceğe köprü kuran bir inanç ve kültür merkezi olarak varlığını sürdürmesi için bu türden bütüncül bir yaklaşım şarttır.
Türbenin İçindeki Manevi Atmosfer
Dağın zirvesindeki türbe, 2000'li yıllarda katırlarla inşaat malzemesi taşınarak betonarme bir yapı olarak inşa edilmişti. İçeri girdiğimizde, sol tarafta mutfak, eşyaların raflara dizildiği ve kilerin bir bölmeyle ayrıldığı görüldü. Giriş antresinin karşısında Ulu Baba'nın mezar odası yer alırken, sağındaki büyük oda konukların oturduğu alan olarak düzenlenmişti. Yerler, çeşitli renklerde halı ve kilimlerle kaplıydı; minderler ve sırt yastıklarıyla sıcak bir atmosfer yaratılmıştı. Türbe odasına hafifçe eğilerek giriliyordu. Antrede duvarda mermer üzerine Ehlibeyt'in 12 İmamının isimleri yazılı bir levha vardı. Mezar odasına girerkenki bu eğilme hareketi, bir saygı duruşu gibiydi. İçeride duvarda üç adet Türk Bayrağı, yanında Hz. Ali'nin, Hacı Bektaş-ı Veli'nin ve Pir Sultan Abdal'ın temsili fotoğrafları asılıydı. Kadınların el işi olarak ördükleri yün motifler de duvarları süslüyordu, bu da ziyaretçilerin kişisel dokunuşlarını yansıtıyordu. Tahtadan yapılmış bir kitaplıkta ise Kur'an-ı Kerim, Elif Ba, Yasin Suresi ve Seyit Battalgazi kitabı bulunuyordu. Sanduka, yeşil, kırmızı ve mavi ipek kumaşlarla özenle örtülmüştü ve başucunda iri taneli ahşap bir tesbih asılıydı.
Anadolu'daki halk ziyaretlerinde, evliya türbelerinin ve yatırların tanrısal kudretlerine, onların mucizeler yaratabileceğine dair derin bir inanç vardır. Düşkünler ondan yardım umar, hastalar ondan şifa bekler, dertliler ondan derman ister. Niyaz ederler, ana dillerinde yalvarır, duvarlarına ve kabrine yüz sürerler. Bu manzara, Anadolu insanının inancını, bağlılığını ve umudunu gözler önüne seriyordu.
Ulubaba Dağı ve Hüseyin Gazi Efsanesi
Adıyaman (Hısn-ı Mansur) yöresi Alevî ve Sünnîlerin birlik ve beraberlik içe-
risinde yaşadığı önemli yerleşim merkezlerinden biridir. Yörede Alevîler ile Sünnîler
arasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de herhangi bir problem yaşanmaması
dikkate değer sosyal bir olgudur.
Geleneksel Anadolu Aleviliğinde dede, baba, pir ve erenlerin türbelerini ziyaret etmek teşvik edilir. Yöredeki Alevi vatandaşlar tarafından ziyaret edilen, kutsallığına inanılan ve dolayısıyla ziyaret edilmesi gereken türbe, ziyaret ve yatırların bulunduğunu araştırmalarım esnasında bu konularda yazılan kitaplarda ve yaptığım gezilerde gözlemlemiştim. Alevi vatandaşlar, buralarda adadıkları kurbanları keser, ardından lokma dağıtır ve lokmanın duasını yaparlar. Bu ziyaret mekanlarında kurban kesmek bir zorunluluk olarak değerlendirilmez. Herkes kendi bütçesine uygun şekilde ikramda bulunur. Ekonomik durumu kurban kesip dağıtmaya müsait olmayanlar yalnızca lokma ikramında bulunurlar. Ziyaretçiler, türbede yatan kişinin ve türbe hizmetkarlarının hürmete layık olduğuna inanırlar. Türbede yatan zatlar, eren, evliya ve Allah'a yakın kimseler olarak kabul edilir. Aleviler bu nedenle türbede yatan zatın yüzü suyu hürmetine dualarda bulunulur ve Allah'tan bu duaların kabulünü dilerler.
Ulubaba Dağı (Hüseyin Gazi), Adıyaman'da bulunan ve en yüksek noktası deniz seviyesinden 2533 metre yüksekliğe sahip, heybetli bir dağ olarak biliniyor. Alman arkeolog Hans Henning von der Osten'in aktardığına göre, bölgede Recep Dağı olarak da bilinen dağ, aslında Ulubaba Dağı'dır. Dağın yamaçları az-çok engebeli olup, yer yer genişleyen düzlüklerden oluşuyor. Dağın etekleri, genellikle Fırat'a akan çaylara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca dağda av turizmine uygun alanlar da bulunuyor.
Sayıları Artan Yaban Keçileri İlgi Çekiyor
Adıyaman’da her geçen gün sayıları artan yaban keçileri, bölgenin doğal yaşam çeşitliliğine katkı sağlıyor. Özellikle Ulubaba Dağı, bu tür hayvanların sıkça görüldüğü yerlerden biri olarak biliniyor.
Ulubaba Dağı, 48 familya, 141 cins ve 48'i endemik olmak üzere 228 taksona ev sahipliği yaparak zengin bir biyoçeşitlilik sunuyor. Ek olarak, endemik olmayan ancak tehlike kategorisinde yer alan 2 nadir takson da mevcut.
Hüseyin Gazi ve Ulubaba Türbesi Söylentileri
Dağın zirvesinde yer alan Ulubaba Türbesi'nin Hüseyin Gazi'ye ait olduğu düşünülüyor. Ulu Baba'nın, Seyit Battal Gazi'nin babası Hüseyin Gazi olduğu yaygın bir söylem. Alevi bir erene ait türbe olarak bilinmesinin yanı sıra, Hüseyin Gazi'nin gerçek mezarının burada olduğu iddia ediliyor. Bölgede bulunan Aleviler tarafından sıkça ziyaret edilen bu türbe, her ne kadar Ankara Mamak'ta Hüseyin Gazi Türbesi bulunsa da, gerçek türbenin burada olduğu iddiası önem arz ediyor. Bazı kaynaklarda, Seyyid Battal Gazi gibi bir komutanın babası olması dolayısıyla bu türbeye "Ulu Baba" adının verildiği belirtiliyor. Adıyaman ve Malatya illerinden hafta sonları hastası olan ve dilek dilemek isteyen vatandaşlar, kurban kesmek ve dua etmek için bu türbeyi ziyaret ediyorlar. Rakımının 2 bin 550 metre olması nedeniyle, türbeye ancak Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında çıkılabiliyor, bu da ziyaretleri mevsimsel kılıyor.
Efsanelerden Günümüze
Ulubaba ile ilgili bazı efsaneler de nesilden nesile aktarılıyor. Bunlardan biri, Hüseyin Gazi'nin dağda bir mağarada at sesi duyması ve bu yabani atın ölünceye kadar kendisine yoldaş olmasıdır. Bir diğer efsane ise, Hüseyin Gazi'nin Malatya Beydağı'nda ava çıktığı ve bir geyiği kovaladığı sırada, bu geyiğin Malatya Doğanşehir İlçesi Kurucaova Kasabası'ndaki kralın geyiği olmasıyla ilgilidir. Geyiğin kan ter içinde kralın yanına dönmesi üzerine askerler geyiği sorgular ve Hüseyin Gazi'nin onu kovaladığını öğrenirler. Kral, büyük bir ordu toplayıp Hüseyin Gazi'nin üzerine gider. Hüseyin Gazi, çarpışa çarpışa vefat ettiği yere kadar çıkar ve burada şehit düşer. Türbesini ise rüyasına girdiği bir vatandaşın yaptığına inanılır.
Bu gezi, sadece bir doğa ve tarih keşfi değil, aynı zamanda Anadolu'nun derinliklerinde yatan inançları, efsaneleri ve kültürel dokuyu derinden hissetme fırsatı sundu.
Dönüş: Güneşin Kızıl İzinde
Bu yolculuk; sadece coğrafyada değil, inancın, emeğin ve hatıraların katmanlarında atan bir kalbin ritmiydi. Anadolu’nun saklı hazineleri, işte böyle dağların dumanlı zirvelerinde, terk edilmiş okul bahçelerinde, tütün tarlalarının ter kokusunda bekliyor...
Dönüş Yolculuğu: Gün Batımının Gölgesinde
Akşamüstü güneşin ışıkları yavaş yavaş çekilirken, Ulubaba Türbesi'nin huzurlu atmosferinden ayrıldık. Arabamız, zirvedeki dinlenmesinin ardından, usul usul virajları dönerek inişe geçti. Dağ yolunun keskin kıvrımları, gün batımının kızıl tonlarıyla boyanmış gökyüzünün altında daha da etkileyici görünüyordu.
Türbede inerken Çelikhan bölgesinde dağların arasında Hes dikkatimizi çekti. Arabadan inip kuşbakışı fotoğrafını çektik. Malatya'ya dönüş rotamız, Çelikhan üzerinden Malatya’ya doğru 45 kilometrelik yola süzüldük. Yol kenarındaki Çat Barajı’nın kurumuş bedeni, içimizi acıttı: "Sular çekildi, tarlalar susuz!"
Söylentilere göre, Çat Barajı'nda yıllardır süregelen bir su kaybı sorunu varmış ve bu sorun bir türlü çözüme kavuşturulamamıştı.
Akşamın alacakaranlığı çökerken, saatler 20.00 sularını gösteriyordu. Temmuz sıcağında şehrin kaynaması zamanda Gündüzbey'de serinlik var
Gündüzbey’de bir kır bahçesinde demlenen çay, yorgun bedenlerimize şifa oldu.
Yeşilyurt’a vardığımızda, zihnimizde Ulubaba’nın meltemi, gözümüzde ise ova insanının alın teri vardı.
Bu gezi, sadece coğrafi bir keşif değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk olmuştu.
Bu gezi, sadece bir doğa ve tarih keşfi değil, aynı zamanda Anadolu'nun derinliklerinde yatan inançları, efsaneleri ve kültürel dokuyu hissetme fırsatı sundu.
Özetle:
Türbelere yapılan tören ve ziyaret gezilerinin, katılımcılar üzerindeki olumlu sosyolojik ve psikolojik etkileri oldukça fazladır. Farklı yerleşim yerlerinden gelen insanlar, bu geziler sayesinde bir araya gelerek hem sosyal bağlarını güçlendirir hem de dayanışma duygularını pekiştirirler. Yoldaşlık ilişkileri kurulur, insan sıcaklığı yaşanır ve unutulmaya yüz tutmuş gelenekler yeniden canlanır.
Bu tür ziyaretler, katılımcılara zengin bir kültürel deneyim sunar. Evliya, eren ve veli gibi önemli şahsiyetlerin hayatları ve öğretileri hakkında bilgi sahibi olunur. Değişik coğrafyalar keşfedilir ve Alevi kültürünün derinlikleri incelenir. Adeta tarih boyunca mitolojik bir yolculuğa çıkılarak, geçmişle gelecek arasında köprü kurulur.
Bu inanç yolculuğuna katılan insanlar, hem görsel hem de zihinsel olarak zenginleşirler. Yeni yerler görerek, yeni insanlar tanıyarak ve farklı kültürleri deneyimleyerek adeta bir kültürel fetih gerçekleştirirler. Bu sayede, kişisel gelişimlerine katkı sağlar, ufuklarını genişletir ve hayatlarına yeni bir anlam katarlar.
Bu tür geziler, özellikle genç nesillerin kültürel mirasımıza sahip çıkmaları ve değerlerimizi yaşatmaları açısından büyük önem taşır.
Türbe ziyaretleri, insanların maneviyatlarını güçlendirmelerine ve içsel bir huzur bulmalarına yardımcı olur.
Bu geziler, aynı zamanda turizme de katkı sağlayarak bölgesel kalkınmaya destek olabilir.
Fotoğraf Galerisi:
Hanedan kentlere çökmüş
YanıtlaSilGaribanlar kırsala çekilmiş
Dağlar, yaylalar ıssız kalmamış...
Sıra şimdi kırsalı yok etmekte