“Derme’nin İzinde: Malatya’nın Hayat Suyuna Yolculuk



Derme’nin İzinde: Malatya’nın Hayat Suyuna Yolculuk

Bir kentin hafızasında, suyun ve insanın direncine tanıklık…

Gökyüzü gri bir hüzünle örtülmüştü o sabah. 30 Temmuz 2025…
Yol arkadaşım, İstanbul’dan gelen Malatyalı fotoğraf sanatçısı Tahsin Aydoğmuş’la birlikte,
6 Şubat 2023 depreminin zamanı durdurduğu topraklara doğru yola çıkıyorduk.
Rotamız: Malatya’nın kadim yerleşimi Çırmıktı, yani bugünkü adıyla Yeşilyurt.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Derme Çayı boyunca uzanan patikaya adım attık.
Elimizde kamera, yüreğimizde merak;
suyun sesine, toprağın kokusuna, insanların direncine tanıklık etmek için yoldaydık.

Derme’nin serin akışı, sanki geçmişin ve bugünün hikâyesini bir arada taşıyordu.
Bir yanında yeşilin direnmeye çalışan tonları, diğer yanında betonla çevrilmiş yorgun kıyılar…
Malatya, depremden sonra hem yaralarını sarıyor hem de suyuyla yeniden var olmaya çalışıyordu.
Her damla, hem hayatın hem de umudun yeniden filizlenişiydi.

Yürüdükçe anlıyorsun:
Bu kentte su sadece içmek için değil, yaşamak için akıyor.
Derme’nin soğuk suları, yüzyıllardır Malatya’nın damarlarında dolaşan sessiz bir direniş gibi…

Arabamız sessizliğe gömülmüş sokaklardan geçerken kalbimizde ağır bir sızı büyüyordu.
Bir zamanlar insanların sesleriyle yankılanan, çarşının, mahallelerin, sokakların, kahkahaların, ezan seslerinin birbirine karıştığı bu ilçe, şimdi bir hayalet gibi.
Her köşe başı yarım kalmış bir hikâyenin izini taşıyor; her duvar geçmişin yankısını fısıldıyor.

Yeşilyurt’ta vardığımızda, depremin en derin yüzüyle karşılaştık.
Felaketin üzerinden üç yıl geçmişti ama izleri hâlâ tazeydi.
Kimi evler tamamen çökmüş, kimileri yarım onarımlarla ayakta kalmaya çalışıyordu.

 Mustafa Ağa Camii Kebir: Sessiz Bir Direniş

Çarşı içinde, gri gökyüzüne yaslanmış bir siluet belirdi:
Mustafa Ağa Camii Kebir.
1753 tarihli bu kadim Osmanlı yapısı, Çırmıktı’nın hafızasında bir mihenk taşıydı.

Depremde minaresinin bir kısmı yıkılmış, kubbesi çatlamış, duvarları ağır hasar almıştı.
Yine de hâlâ ayaktaydı.
Sanki yıkıntılar arasında bir nöbetçi gibi duruyor, geçmişin bütün dualarını hâlâ göğe taşıyordu.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başlattığı onarım çalışmaları sürüyordu.
Caminin gölgesinden ayrılıp Derme Çayı’nın yolunu tuttuk.
Suyun sesi önce uzaktan duyuldu, sonra yaklaştı.
O tanıdık şırıltı, çocukluğumuzdan gelen bir ezgi gibiydi.

Malatya'nın Hayat Kaynağı: Derme Suyu

​Beydağı'nın eteklerinde, 1110 metre yükseklikteki Kozluk Köyü'nden doğan Derme Suyu, Malatya'nın sadece bir akarsuyu değil, yüzyıllardır süregelen can damarıdır.
​Roma İmparatorluğu'ndan günümüze kadar, binlerce yıldır bu toprakların hem içme hem de bereketli sulama ihtiyacını karşılamıştır. Derme Çayı, yüzlerce yıl özgürce ve coşkuyla yatağında akmış; Beylerderesi,  Aspuzu bağ köyleri Gündüzbey, Yeşilyurt, Yakınca, Tecde ve Kernek , Çarmuzu, Orduzu, Eskimalatya  gibi Malatya'nın sembolleşmiş yerleşimlerinden geçerek hayat taşımıştır.
​Yolculuğunu, önce Tohma Çayı'na karışarak tamamlar ve oradan görkemli Fırat Nehri'ne ulaşır. Ancak 1985 yılından itibaren, suları artık modern bir yapıyla kucaklaşarak Karakaya Barajı Gölü'nün engin sularına katılmaktadır.

Ama artık Derme çayının o doğal döngü çoktan kırılarak,
1995’ten bu yana, MASKİ’nin Pınarbaşı Kaptaj Sistemiyle suyun neredeyse tamamı şebekeye alınmış durumda.
Derme’nin yatağında akan su, artık Çat Barajı’ndan geliyor.
Kaynağın berraklığı yerine, beton duvarların arasında sıkışmış bir akıntı var şimdi.

  Gündüzbey Maski Derme Kaptaj 

Derme, artık eskisi gibi değil…
Ama hâlâ bir şey taşıyor: Direnişin sesi.
Akışının arasında, kayalara çarpıp yankılanan o ses sanki şöyle diyor:

 “Ben hâlâ buradayım.
Her şey yıkılsa da, su yine yolunu bulur.”

 Enkazlar Arasında Hayat
Derme Çayı’nın kenarındaki dar patikada yürürürken, bir yanımızda doğanın direnişini, diğer yanımızda insanın hoyrat mücadelesini gördük.
Bir zamanlar kuş sesleriyle dolan o kıyılarda, şimdi kurumuş ve kesilmiş ağaçların gövdeleri sessizce yatıyor;
aralarına karışmış plastik şişeler, cam kırıkları, poşetler ve depremden kalma moloz yığınlarıyla çayın kenarı yorgun bir enkaza dönmüş.
Suların şırıltısı bile sanki utançla susmuş gibiydi.

Derme Çayı’nın kıyısında, bir zamanlar evlerin yükseldiği o bahçelere şimdi konteynerler yerleşmiş.
Depremin üzerinden üç yıl geçmiş ama yıkıntıların gölgesi hâlâ orada, insanların yüreğinde…

Bazı yıkık duvarların önünde hâlâ yeşil kalabilmiş dut ağaçları, sarmaşık gibi duvarlara tırmanan üzüm asmaları var;
doğa, insanla birlikte direniyor sanki.

Bir yaşlı kadının konteynerin önünde  küçük bir sebze yatağında toprağı eşelediğini görüyoruz; umut ekiyor, sessizce.

Yaşlı kadının sesi yankılandı uzaktan:

 “Biz hâlâ bekliyoruz oğlum…
Rezerv alan dediler, yerinde dönüşüm dediler. Üç yıl geçti, hâlâ bir çivi çakılmadı…”

O an, bu sesin aslında bir bekleyişin sesi olduğunu fark ettim.
Zaman, burada hâlâ 6 Şubat sabahına takılı kalmıştı.

Bir başka konteynerin önünde bir anne, çocuklarına yemek yediriyor.
Yaşlılar, konteynerlerin gölgesinde, ellerinde tespih, çay bardaklarıyla sohbet ediyorlar.
Biraz ötede çocukların kahkahaları yankılanıyor—oyun oynarken bile bir parça hüzün var seslerinde.

Herkes aynı sorunun cevabını bekliyor:
“Evlerimiz ne zaman yapılacak?”
Gözlerinde umutla karışık bir sabır, bize dönüp soruyorlar…

     Yeşilyurt Söğüt ağacı 

Söğüt   kavak ağaçları, tüm o karmaşanın içinde bile asaletini koruyordu.
Kökleri sanki yerin altından suya dua ediyor, dalları gökyüzüne uzanarak hâlâ yeşermeye yemin ediyordu.
Benim objektifime yansıyan bir kare, belki de tüm yolculuğun özeti oldu:
Depremin ortasında göğe uzanan bir söğüt dalı.

Gündüzbey: Hayatın Yeniden Filizlendiği Yer

Derme’nin izini sürerek Gündüzbey’e vardık.
Burası, Malatya’nın kalbi sayılır.
Bir zamanlar taş evlerin, bahçelerin ve su değirmenlerinin çevrelediği bu mahalle, bugün konteynerlerle dolu.
Ama her konteynerin önünde bir masa, bir çay bardağı, bir kahkaha var.

      Gündüzbey Körpü 

Körpü Meydanı’nda, yaz sıcağına rağmen insanlar gölgede toplanmıştı.
Tavla zarları düşüyor, okey taşları tıkırdıyor, bir yerden “buyur hemşerim” sesi yükseliyordu.
Kasaplardan alınan etler fırına veriliyor, taş fırınlardan etli ekmek kokusu suyla karışıyordu.
Hayat, sanki enkazın üzerinde yeniden filizlenmişti.

Tahsin Abi ile bir çay ocağının önünde oturduk.
Derme kanalının üzerinde eğilmiş salkım söğütlerin dalları suya dokunuyordu.
Sanki saçlarını Derme’ye bırakmış genç kızlar gibiydi onlar; rüzgârla birlikte suyun ritmine karışıyorlardı.
O manzarada, hem geçmiş hem geleceğin sesi vardı.

  Tahsin Aydoğmuş, Fikri Demirtaş 

İklim Değişikliğinin Gölgesinde: Çat Barajı ve Malatya Ovasının Susuzluk Sınavı

Donun Gölgesinde: Baharın Unuttuğu Yıl

 Fotoğraf: M.Orhan  Alkaya 

12 Nisan 2025’te, ülkemizin otuz bir ilinde yaşanan beklenmedik bir iklim krizi, baharın kalbine don vurdu.
Bir sabah ansızın bastıran soğuk, tarlalardan bahçelere kadar her yere sessiz bir ölüm gibi çöktü.
Tomurcuklar açamadan karardı, çiçekler daha nefes almadan buz tuttu. Buğday, arpa tarlaları soğukdan yandı.

 Fotoğraf: M.Orhan  Alkaya 

Her bahçe , her tarla bir hikâye, bir emekti;
ama o yıl, hiçbir dal meyve vermedi hiç bir tarladan hasat kaldırılamadı. Çiftçi bahçe sahipleri ekonomik olacakta manevi olacakta perişan oldu.
       
Yeşilyurt’ta sabahın sessizliğini yalnız kuş seslerinin eksikliğiyle değil, boş ağaçların çıplaklığıyla da hissettik.
Çiftçinin eli toprağa değdi ama umut filizlenmedi.
Doğa bile yorgundu artık; mevsimlerin dili karışmış, takvim bile şaşırmıştı.

Fotoğraf: M.Orhan Alkaya 

Ve o gün anlaşıldı ki,
iklimin öfkesi yalnız havayı değil, insanın yüreğini de dondurabiliyor.

Kuruyan Topraklar, Kaybolan Sesler

Felaketin ardından Malatya Ovası, bir başka sessiz tehlikeyle yüzleşti: susuzluk.
Çat Barajı, 2025 verilerine göre yalnızca %3 doluluk seviyesine düştü.
Bir zamanlar ovaya bereket taşıyan o mavi yüzey, şimdi çatlamış bir toprak aynasına dönmüştü.

      Çat Barajı 

Zirai donun ardından toparlanmaya çalışan meyve bahçeleri, bu kez kuraklık ve yetersiz sulama tehdidiyle boğuşuyordu.
Toprak yorulmuş, su arkları sessizleşmişti.

Üstelik sulama krizi her geçen gün derinleşiyordu.
Devlet Su İşleri (DSİ) ile sulama birlikleri arasındaki koordinasyon eksikliği nedeniyle, üretici bu yaz neredeyse tamamen susuz kaldı.
Normalde beş–altı kez yapılan sulama, bu yıl yalnızca bir veya iki kez yapılabildi.
Binlerce kayısı ağacı kurudu, tarımsal üretim büyük darbe aldı.

Bir çiftçi şöyle anlatıyor:

 “Bu sene Çat Barajı’ndan sadece iki kez su alabildik.
Kayısı ağaçları gözümüzün önünde kurudu.
Su olmazsa toprak da, emek de susar.”

Artık mesele yalnızca susuzluk değil;
bu, bir kentin varoluş sınavı.
Çünkü Malatya’da su çekilirse, kayısı susar —
kayısı susarsa, Malatya’nın kalbi de susar.

Bir Çözüm Arayışı: Suyun ve Umudun Yeniden Dirilişi

Bu tablo, yalnızca doğanın değil, insan eliyle şekillenen sistemin de tükendiğini gösteriyor.
Artan sıcaklıklar, düzensiz yağışlar, yanlış su kullanımı ve iklim krizi, Malatya’yı Türkiye’nin en kırılgan tarımsal bölgelerinden biri haline getirdi.

Çözüm, günü kurtaran önlemlerde değil; bütüncül bir iklim uyum politikasında yatıyor.
Yağmur suyu hasadı, modern sulama teknikleri, suyun adil paylaşımı,
baraj yönetiminde verimlilik ve çiftçilere yönelik iklim dayanıklılığı eğitimleri,
Malatya’nın geleceği için hayati öneme sahip.
Çat Barajı yeniden dolabilir —
eğer biz suyun kıymetini yeniden öğrenirsek.
Doğa hâlâ direnmeyi biliyor;
insan da isterse, bu direnişe yeniden umut katabilir.

Suyun Çağrısı: Malatya Büyükşehir Belediyesi'nin Bilboardlardan Vicdanlara

   Malatya Büyükşehir Belediyesi Su Afişi

2 Eylül 2025 tarihinde Malatya Büyükşehir Belediyesi, şehrin dört bir yanına astığı bilboardlarla halka su tasarrufu çağrısı yaptı.
Kent meydanlarında, caddelerde ve duraklarda yer alan bu afişlerde “Suyumuza Sahip Çıkalım, Geleceğimizi Koruyalım ” mesajı yer aldı.
Kuraklık tehlikesinin giderek arttığı bir dönemde bu kampanya, toplumsal farkındalık açısından önemli bir adım oldu.

Ancak su tasarrufu yalnızca bireylerden beklenmemeli.
Belediyeler ve kamu kurumları, suyun korunması konusunda halka örnek olma sorumluluğunu taşır.
Parklarda, sulama sistemlerinde, altyapı çalışmalarında, hatta kendi hizmet binalarındaki su kullanımında dahi şeffaf, ölçülü ve sürdürülebilir uygulamalarla öncülük etmek gerekir.

Çünkü suyu korumak, sadece bir çevre görevi değil;
yönetim anlayışının, ortak vicdanın ve kamusal ahlakın bir göstergesidir.

Gerçek tasarruf, önce yönetenin tutumunda başlar; sonra halkın bilincinde çoğalır.”
 
Yeşil Malatya'dan Beton Denizi'ne 

Bir zamanlar Evliya Çelebi’nin “Cennet’ten bir köşe” diye andığı Malatya, şimdi beton bir çöle dönmüş durumda.
Horata ve Derme’nin suları, bir zamanlar ulu çınarların ve söğütlerin altından akarken, bugün beton kanallar arasında hapsolmuş durumda.
O pınarların sesi sustu; çocukların suya atlayıp kahkahalar attığı günlerden geriye sadece anılar kaldı.     
Şehrin her yanına yayılan beton duvarlar, yalnızca doğayı değil, kültürel belleği de örttü.
Su değirmenleri sustu, sazlıkların sesi kayboldu, derelerin türküsü kesildi.

Oysa bir zamanlar Aspuzu’nun bağ köyleri, göz alabildiğine yeşildi.
Kayısı, armut, şeftali, kızılcık, dut, erik, üzüm, elma…
Her meyve ağacı, bir hanenin geçimiydi; her su kanalı, bir hayat hattıydı.
Bugün o yeşil denizden geriye gri bir sessizlik kaldı.

     Fahri Kayahan Bulvarı 

Malatya’nın yeni bulvarları — Fahri Kayahan, Bostanbaşı, Kanalboyu — estetik bir düzenleme gibi sunulsa da, aslında doğanın nefesini kesen yapay yapılar.
Derme artık özgür akmıyor; beton duvarlar arasında yankılanan bir dekor gibi.

Su özgürlüğünü kaybettikçe, hayatın ritmi de değişti.
Ne su kuşları var, ne sazlıkların sesi.
Söğütler bile azaldı.
Ama her şeye rağmen, bir umut filizi hâlâ toprakta gizli.

Dünyada pek çok ülke artık bu hatayı fark etti.
Amerika’da son 20 yılda yüzlerce baraj yıkıldı, nehirler rehabilite edildi.
Çünkü insanlar öğrendi:

 “Su, özgür aktığında yaşamı çoğaltır.”

Suyun Ahlakı: Geleceğe Bir Çağrı

Su, yalnız bugünün değil, gelecek kuşakların da hakkı.
O yüzden onu korumak, çevreci bir hassasiyet değil; bir medeniyet görevidir.

Malatya gibi kadim bir şehirde, suyun belleğini korumak, sadece ekoloji değil, kültürün devamlılığı anlamına gelir.
Derelerin doğal akışını sürdürmek, taş ocakları ve HES projelerinin yerine yaşamı savunmak gerekir.

Su için önerilen bir gelecek:

1. Doğal akışın korunması:
Dereler kendi yataklarında özgür bırakılmalı, beton kanallar doğal taş yapılarla ekolojik hale getirilmeli.

2. Alternatif su kaynakları:
Derme’ye olan tekil bağımlılık azaltılmalı; Çat Barajı dışında sürdürülebilir içme suyu kaynakları geliştirilmeli.

3. Ekolojik restorasyon:
Beton duvarlar yerine dere ekosistemini canlandıracak doğal rehabilitasyon projeleri uygulanmalı.

4. Kültürel belleğin yaşatılması:
Su değirmenleri, pınarlar, mesire alanları, eski sulama kanalları restore edilerek kültürel miras rotalarına dahil edilmeli.

5. Ticarileştirmeye son:
Su, ticari rantın değil, yaşamın ve adaletin ortak değeridir.

6. Toplumsal katılım:
Bilim insanı, çevreci, köylü, kentli… Herkesin sözü, su yönetiminde yer bulmalı.

7. İçme suyu tasarrufu ve bilinçlendirme:

Şehirlerde akıllı sayaç sistemleri ve sızıntı tespit teknolojileri yaygınlaştırılmalı.

Evsel kullanımda tasarruflu armatürler, yağmur suyu toplama sistemleri ve gri su geri dönüşümü teşvik edilmeli.

Belediyeler, “Bir Damla = Bir Gelecek” temalı kampanyalarla su tasarrufunu toplumsal kültür haline getirmeli.

Okullarda “su okuryazarlığı” eğitimi verilerek, çocuklarda suyun değerine dair bilinç küçük yaşta oluşturulmalı.

 Son Söz: Umut, Suyun İzinde

Çırmıktı’dan Gündüzbey’e, depremden umuda uzanan bu yolculuk bize şunu hatırlattı:
Hayat, her zaman suyun izinden yürür.

Bir söğüt dalı, enkazın ortasında yeşerebiliyorsa, insan da umudu yeniden kurabilir.
Derme’nin suları gibi, zaman zaman yönü değişse de hayat hep yolunu bulur.

 “Bir dere yalnızca su değildir.
O, hayatın kendisidir.
Ve biz, suyu koruduğumuz ölçüde kendi geleceğimizi de koruruz.


Fotoğraf Galerisi:

    Kernek Kanal 
   Yeşilyurt  Beylerderesi Göleti kanal

    Kuyuönü mezarlık arkası kanal

   Bostanbaşı'nda Kanal



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arguvan'da Lezzetin ve Geleneğin Buluştuğu Gün: Yöresel Yemek Yarışması Coşkusu

Fırat'ın Kıyısında Bir Zaman Yolculuğu: Gerger'in Saklı Köyleri

Kayısı ve Su: Hayati Bir İlişki