Malatya’da Sonbahar ve Sen
Malatya’da Sonbahar ve Sen
Yine o mevsim…
Yine o eski hüzün.
Malatya’nın kalbine sessiz bir sızı inmiş.
Rüzgâr, her düşen yaprakla fısıldıyor:
Bu sarı veda, kalbimin göç eden bir kuşu;
her biri, adını usulca anan,
uzaklara sürüklenen bir hatıranın yankısı.
Ah, o geceye karışan siyah saçların…
Üzerine serpilmiş altın sarısı yıldızlar!
Her parıltı, avuçlarımdan süzülen bir duaydı;
kaybolan bir ışık misali, ele avuca sığmaz.
Zamanın incelikle dokuduğu anlardı, hepsi.
Dudaklarında taptaze bir kayısı kokusu —
bir yaz akşamının bitmeyen son nefesiydi sanki.
Tek bir gülüşünle ısınırdı bu yaralı dünya;
şimdi rüzgâr, sesini taşıyan yorgun bir melodi.
Ama hiçbir esinti, hiçbir uğultu
senin o eşsiz boşluğunu dolduramıyor.
O derin, sürmeli gözlerin düşer aklıma;
bir bakışınla bahar şiir olurdu içimde,
bir susuşunla kırağı düşerdi yüreğime.
O gözlerde ateşin hızı, hüznün sonsuzluğu,
hem en saf sevdanın izi,
hem de yokluğunun sessiz, yakıcı kokusu var.
Malatya’da şimdi hüzün kırmızıya çalmış;
yer ve gök alev alev bir rüyaya kesmiş.
Her renk, her gölge seni anlatıyor bu toprağa,
her titrek esinti senden bir sır getiriyor bana.
Ve ben —
savruluyorum bir yaprak gibi sensizliğin girdabında.
Ne zaman ansam seni, adını yazıyor kalbim toprağa.
Rüzgârın en derin diliyle fısıldıyorum, duy diye:
“Yine sonbahar oldu, Sürmeli Ceylanım…
Ama ben, her mevsim, hâlâ sendeyim.”
Yorumlar
Yorum Gönder