Nahna’nın Kalbi: Malatya Battalgazi – Orduzu’nun Bereketli Toprakları
Nahna’nın Kalbi: Malatya Battalgazi – Orduzu’nun Bereketli Toprakları
Malatya’nın kadim topraklarında bir gezi, insana yalnızca tarih değil, toprağın kokusu, bereketin sesi ve yüzyılların emeğiyle yoğrulmuş geleneklerin tadını da sunar. Kayısısıyla bilinen şehir, aslında köklü bir tarım kültürünün diğer kahramanlarını da bağrında saklar. Bunlardan biri, Orduzu’nun dillere destan yerli lahanasıdır: Nahna.
Lahana Sarması
Bu köfte Malatya'da nahna küftesi adını alır. Turşu ve ayran ile yenir. Kış mevsiminde çok yapılan bir yemektir. Günlük yemeklerde, ziyafetlerde, bayram ve cenaze yemeklerinde yapılır.
Orduzu'nun Nahnası: Bir Gelenekten Fazlası
Malatya’da hemen her ilçede lahana yetiştirilir; fakat halkın gönlünde iki yerin ayrı bir yeri vardır: Asbuzu bağ köylerinden Orduzu ve Çarmuzu. İlçeler arasında ise Tohma suyuyla beslenen Darende lahanası öne çıkar. Ne var ki, asırlardır Orduzu’nun bereketli tarlalarında ata tohumu ile yetişen nahnanın yeri hep başkadır.
Lahana fotoğrafı Sosyal Medyadan Ressam Erdoğan Altürk'ün sayfasından
Bir zamanlar köylüler, bu devasa lahanaları at arabalarıyla şehre götürüp satarlarmış.
Arslantepe, MÖ 4. binyıldan itibaren ilk şehir devletlerinin temellerinin atıldığı yer. Bilimsel kayıtlarda bu coğrafyada o dönem lahana yetiştirildiğine dair kesin bir bilgi olmasa da, insan düşünmeden edemiyor:
Belki de Kral Tarhunza’nın sofrasında bile bir “Nahna Köftesi” vardı.
Malatya Sofrasının Kadim Birlikteliği: Yürekten Gelen Lezzetler
Ellinde lahana bulunan Alman Askeri
Malatya'nın bereketli ve cömert topraklarında, yüzyıllar boyunca Türkler, Kürtler ve Ermeniler; Hristiyan, Müslüman, Alevi, Sünni ayrımı gözetmeksizin, omuz omuza vererek ortak bir kültürel mirasın lezzetlerini sevgiyle yoğurdu.
Bu kadim şehirde, mevsimler döndüğünde, özellikle Orduzu Pınarbaşının ve Dapaz pınarın soğuk suyu ile tarlalarda sulanarak yetiştirilen Orduzu'nun o meşhur, ince yapraklı lahanalarından hazırlanan turşular ve düğünlerin, bayramların baş tacı nahna köfteleri, sıradan bir yemek olmaktan çıkıp Çavuşoğlu Mahallesi'nden Sal Köprü'ye uzanan büyük bir imece şölenine dönüşürdü.
Sohbetin tatlı buharının yükseldiği geniş avlularda, Malatya'nın ruhunu taşıyan malzemeler buluşurdu: Ermeni ustaların Bakırcılar Çarşısı’nda özenle kalayladığı bakır kazanlar; yine Ermenilere ait su değirmenlerinde atalık tohumlardan ekilen buğdaylardan çekilen köftelik bulgurlar...
Sirarpi, Takui, Ankin, Ayşe ve Emine Zöhre gibi, farklı isimlerin ardında aynı sıcaklığı taşıyan kadınlar bir araya gelir; kahkahalar tencere seslerine karışır, el birliğiyle yoğrulan her bir köfteye, doğranan her bir lahana yaprağına yüzlerce yıllık komşuluk ve sarsılmaz dostluk ruhu sinerdi.
Bu mutfak ritüelleri, yalnızca karın doyurmak için değil, aynı zamanda birlikte yaşama sanatının, yürekten gelen dayanışmanın ve kültürel kaynaşmanın en lezzetli, en samimi ve en unutulmaz göstergesiydi. O lezzetler, Malatya'nın çok dilli ve çok sesli tarihinin damakta kalan en güzel ve en duygusal hatırasıydı.
8 Aralık 2025 – Yağmurda Bir Lezzet Rotası
Yağmurun ince ince çiselediği, güneşi esirgeyen kapalı bir Aralık sabahında yola çıktım. Bostanbaşı (Barguzu)'ndaki küçük bahçemden ayrılırken havanın kokusu bile toprağın hikâye anlatacağına işaret ediyordu. Kahverengi "Arslantepe" tabelalarını takip ederek yaklaşık yirmi dakikada Orduzu’nun merkezine ulaştım. Tarihin, toprağın ve emeğin iç içe geçtiği bu yolculuk, adımımı attığım andan itibaren beni içine çekti.
Orduzu Meydanında Bir Karşılaşma: Çiftçi Ramazan Kaçmaz
Köy kahvesinin yanında, bir anlık duraklamada, tüm dikkatimi bir sahneye verdim:
Eşek arabasının başında duran adam, "Organik Orduzu Lahanası gel!" diye sesleniyordu.
Yanına yaklaştım. Elimi fotoğraf makineme attığımı görünce, "Gazeteciysen biraz Orduzu'nun lahanasını yaz," diyen bir sesle karşılandım. Bu, 65 yaşlarında, enerjik ve hoşsohbet bir adam olan Çiftçi Ramazan Kaçmaz'dı. Başına krem rengi beresini kulaklarını kapatacak kadar indirmişti. Siyah gözleri, hilal bıyıklarının kenarlarından sarkıyordu. Sırtında siyah kapüşonlu kabanı, ayaklarında ise dışarıda çalışmaya uygun deri potinleri vardı. Yaz kış tarlada çalışmaktan yüzü yanık, esmerleşmiş ama boylu poslu, dinç bir görüntü sergiliyordu.
Meydanın Sadık Bekçisi: Nahna Yüklü Eşek Arabası
Orduzu'nun yağmurlu meydanında, köy kahvesinin hemen yanında bir enstantane canlanıyordu.
Meydanın merkezinde, caminin karşısında sanki kocaman göğün yüzüne merdiven dayamışçasına heybetle yükselen, pasın ve zamanın izlerini taşıyan uzun bir demir elektrik direği duruyordu. Direk, çelikten gövdesiyle sadece telleri taşımakla kalmıyor, aynı zamanda günün tüm yorgunluğunu sırtlanmış, anlık bir durağın sağlamlığını da simgeliyordu.
Hemen dibinde, iki büyük tekerleğiyle ıslak zemine sağlam basan, geleneksel ve yorgun bir eşek arabası ona sığınmıştı. Arabanın koşum takımına dolanan, lifleri çözülmeye başlamış kalın bir kendir ip, tıpkı eski bir dostun güven veren bağı gibi, onu demir direğe sıkıca bağlamıştı; adeta kısa bir dinlenme molasının güvencesiydi bu bağlantı.
Arabanın üzerindeki yük, bir bereket tablosuydu: yaklaşık otuz - kırk adet, irili ufaklı, beyaz damarlı koyu yeşil tonlardan açık sarımsı beyaza kadar çeşitlenen devasa lahanalar (nahnalar), adeta bir tepe oluşturmuştu.
Bu ağır yükü sırtlayan ise, minyon, bembeyaz tüyleriyle dikkat çeken, sanki bir midilliye benzetilebilecek bir eşekti. Eşek, yükün zahmetini unutturan bir ziyafetin ortasındaydı. Başını yere eğmiş, kalın ve koyu yeşil lahana yapraklarını ağzında çatur çutur sesler çıkararak keyifle çiğniyordu.
Bazen, yemeğine kısa bir ara veriyordu. O anlarda, cam gibi parlak, iri siyah gözlerini etrafta gezdiriyor, büyük ve uzun kulaklarını birer radar gibi dikleştirerek meydanı gözetliyordu. Bu sadık ve çalışkan hayvan, hem Orduzu'nun tarım kültürünün simgesi hem de Ramazan Kaçmaz'ın ticaretinin sessiz, beyaz yardımcısıydı.
Sohbetimiz, onun yetiştirdiği devasa lahanaların hikayesine odaklandı:
"Bu sene 10 dönüm tarlada lahana yetiştirdim. Malatya'nın nahnaları diğer yerlerinkine göre çok büyüktür. Bizim orta büyüklükteki bir nahnamız ortalama on, on beş kilo çekerdi. Bakın, şu gördüğünüz bir tanesi, 20 kiloya yakın!"
Çiftçi Ramazan, Orduzu lahanasının farkını anlatırken gözleri parlıyordu:
Tohum ve Dikim: Kar eriyip hava ısındıktan sonra, Şubat sonlarında ata tohumuyla ekim yapıyormuş. Fide dikimine ise Haziran'ın 15'inde başlıyorlarmış.
Beslenme: Lahana, besin maddelerince zengin toprak ister. Bu yüzden yanmış ahır gübresi şart. Ayrıca her bir köke yaklaşık 1 kg ticari gübre vererek baş bağlama ve verimliliği destekliyorlar.
Sulama ve Çapalama: Fideler tutunca haftada bir sulama yapılıyor. Beyaz baş lahana bol suyu sever. Orduzu Pınarbaşı'nın kaynak suyu ile karık "çırpar" yapılan lahanalar
(salma) sulama yöntemiyle tarlalar suya doyuruluyor. 10 gün arayla, dip kuruduktan sonra 4 kez çapa yapılıyor.
Hasat Sırrı: Söküm işi, Ekim 15'ten Ocak ayına, don vurmadıkça devam ediyor. "Kırağı yağmaya başlayınca lahanalar daha güzel olgunlaşır," diyor çiftçi Ramazan . Olgunlaşan lahanalar toprak hizasında yan yatırılarak kök kısmından keserle kesiliyor. Ters çevrilip temizleniyor. Kesilen yapraklar hayvan yemi oluyor.
Kalite: Orduzu lahanasının en önemli özelliği, yaprağının sigara kağıdı gibi ince olması, tadının farklı, aromasının güzel ve acı olmaması. Makbul olanı göbek kısmı yumuşak olanıdır; sert olanlar turşuluk kullanılır.Lahana, en çok sarma ve turşuda kullanılıyor.
Çiftçi Ramazan, eskiden Orduzu'nun 9 mahallesinin lahana ihtiyacını tek başına karşıladığını gururla belirtiyor.
Büyüklüğüne göre tanesi 100 ile 200 ₺ arasında değişen lahana, başta Orduzu da ve Malatya merkez olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir gibi birçok ile hemşehrilerimize otobüslerle gönderiliyorlarmış.
Ancak sohbetin sonunda tohum, mazot, ilaç, işçilik ve sulama gibi giderlerden dert yanmayı da ihmal etmedi. Bereketli toprakların çilesi, maliyetlerle ağırlaşıyordu.
Malatya Tarlalarının Sesi: Çiftçi Ramazan'ın Gözünden Tarım
Malatya'nın verimli topraklarında, Çiftçi Ramazan, nesillerdir süregelen alın terini modern çağın zorluklarıyla harmanlıyor. Ramazan Bey’in lahanaları, sofralara ulaşmadan önce titiz bir hazırlık sürecinden geçiyor. Toprak, yılın iki önemli döneminde, güzün derin bir nefes alması için ve baharın taze başlangıcında olmak üzere iki kez çapalanıyor.
"Lahana dikiminden önce güzün ve baharın tarlayı iki çapa yapıyoruz. Ekimde ve mayıs ayında yanmış ahır gübresini toprağa gömüyoruz."
Bu kadim besleme yöntemi olan yanmış ahır gübresi, toprağa can katarken, maliyetler de Ramazan Bey’in sırtına yükleniyor. Ziraat, artık sadece doğayla değil, aynı zamanda yüksek girdi maliyetleriyle yapılan bir savaşa dönüşmüş durumda:
Çapa Gideri: Tek bir çapa maliyeti 5.000 TL'ye ulaşmış durumda.
İşçilik Maliyeti: İşçi yevmiyeleri de hayli yüksek; kadın işçi yevmiyesi 1.200 TL, erkek işçi yevmiyesi ise 2.500 TL.
Sulama Stratejileri ve Maliyet Dengesi
Ramazan Bey, tarlasında hem geleneksel hem de modern sulama tekniklerini bir arada kullanmak zorunda. Ancak aradaki maliyet farkı dikkat çekici:
Modern Fıskiye Sulama: Dönüm başına maliyeti 750 TL.
Geleneksel Salma Sulama: Saati 300 TL.
Bu durum, modern tarım tekniklerine geçişin yüksek maliyetini gözler önüne seriyor.
Bilgiye Ulaşımın Tıkanıklığı: "Bizi Arayıp Soran Yok"
Ramazan Bey'in dile getirdiği en büyük sorun, tarımsal bilgi ve teknik desteğe erişimdeki derin boşluk. T. Özal Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım ve Orman İl Müdürlükleri, Kayısı Araştırma Enstitüsü gibi bilgi merkezleri, çiftçiye ulaşmakta yetersiz kalıyor:
"Bu kurumlara çiftçi olarak gitmediğimizden, bilgi alışverişi ve sorunlarımızı paylaşmadığımızdan yararlanamıyoruz. Ancak bu kurumlarda bizi arayıp soran yok. Araziye, halkın içine yeterli iletişimle giren yok. Onlar sadece teorik olarak konferanslar, seminerler vererek haber bültenleri yayınlıyorlar."
Mevcut durumda, ilaçlama ve teknik bilgi, ya tanıdık ziraatçıların iş yerlerinden ya da komşuların tecrübelerinden öğreniliyor. Bu durum, yanlış uygulamalara ve verim kayıplarına davetiye çıkarıyor.
Aile Ziraat Mühendisi Modeli: Malatya Tarımı İçin Kişiselleştirilmiş Bir Vizyon
Çiftçi Ramazan'ın güçlü bir biçimde desteklediği ve Ülkemiz ve Malatya tarımı için hayati bir dönüm noktası olacağı düşünülen önerimiz, mevcut kurumsal iletişim ve takip yetersizliklerine rağmen vizyoner bir çözüm sunmaktadır. Sağlık sektöründe dahi zaman zaman hasta-doktor iletişiminde aksaklıklar yaşanmasına rağmen, temelde bireysel ve sürekli izlemeye dayalı olan Aile Hekimliği modelinin tarıma uyarlanması elzemdir.
Bu model, mevcut yetersizliklere takılmak yerine, çiftçiye özel, kesintisiz ve bilimsel destek sağlayacak bir köprü kurmayı hedefler. Her çiftçiye atanacak bir Ziraat Mühendisi veya Teknisyeni, tarladaki genel geçer teorik bilginin ötesine geçerek; toprağın kimyasal geçmişini bilecek, doğru ilaç ve gübre kullanımını reçeteyle denetleyecek ve böylece modern, sürdürülebilir tarıma geçişi kişiselleştirilmiş bir takiple hızlandıracaktır. Bu, sadece bir hizmet değil, tarımsal üretimin geleceğine yapılan stratejik bir yatırımdır.
Bu kişiselleştirilmiş ve sürekli takip gerektiren model, çiftçinin yalnızlığını sona erdirerek bilimsel bilgiyi doğrudan tarlaya taşıyacaktır:
kullanacakları ilaçlar 'reçete' ile verilse... Kişisel dosyalarında bağlarında, bahçelerinde, tarlalarında kullandıkları ilaç, gübreler titizlikle kayıt altına alınsa ve ziraat uzmanları arazilerine gelip yerinde kontrol etseler, tarımımız çok daha iyi bir seviyeye ulaşmaz mı?"
Bu model, sadece doğru ve bilinçli ilaç/gübre kullanımını sağlayarak zirai israfı önlemekle kalmaz, aynı zamanda çiftçinin tarlasına özel bir kimyasal geçmiş (veri tabanı) oluşturarak, sürdürülebilir tarıma bilimsel bir temel kazandırır.
Mevcut Kayıt Sistemlerinin İşlevsizliği ve İletişim Kopukluğu
Ne yazık ki, mevcut kurumsal yapılar bu ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) gibi önemli veri tabanları, çiftçilerle gerekli ve düzenli iletişimi kuramamaktadır.
Daha da düşündürücü olanı, TUİK'in ziraat istatistikleri için uyguladığı anket yöntemidir. Çiftçileri Tuik binasına çağırarak anket uygulaması ve hatta katılmayanlar için yasal yaptırım mesajları gönderilmesi, çiftçinin pratik yaşamına ve tarla mesaisine uymayan, dayatmacı bir yaklaşımdır. Bu tarz bir bürokratik iletişim, sahadaki gerçek sorunları anlamaktan ve çiftçinin güvenini kazanmaktan uzaktır.
Aile Ziraat Mühendisi modeli, devletin çiftçiye olan yaklaşımını bürokratik denetimden, işbirlikçi ve rehberlik eden bir hizmet modeline dönüştürmenin anahtarıdır.
Örgütsüzlüğün Bedeli ve Eğitim Eksikliği
Sistemdeki iki temel yapısal sorunun :
1. Tarımda Eğitimin Tam Olmaması
Çiftçilere yeterli, uygulamalı ve yerinde eğitim verilememesi, geleneksel (konvansiyonel) tarımdan daha verimli ve çevre dostu olan modern tarıma geçişi zorlaştıran en büyük engeldir.
2. Çiftçilerin Örgütlenememesi
Örgütsüzlük, çiftçinin en büyük ticari zaafıdır. Ürünlerini gerektiği gibi pazarlayamayan çiftçiler, mecburen ürünlerini aracılara, zarar fiyatına satmak zorunda kalmaktadır. Aracılar ise bu ürünleri tüketiciye fahiş fiyatlarla ulaştırarak hem üreticiyi hem de tüketiciyi aynı anda mağdur edebilmektedir.
Çiftçi Ramazan’ın anlattıkları, Malatya tarımının emek ve bilim arasında sıkışıp kalmış vaziyetini gözler önüne sermekte ve çözümün sadece bireysel çabalarda değil, güçlü bir kurumsal destek ve örgütlenme mekanizmasında yattığını açıkça göstermektedir.
Yağmurun Altında Kapanan Bir Gezinin Ardındaki Tat
Yağmurun taneleri sıklaşmaya başladığında, Çiftçi Ramazan’ın nasırlı eliyle sıkıca tokalaştım. Teşekkür edip vedalaşırken, seçtiğim iri ve parlak göbekli lahanayı kucakladım. Tam on beş kilo gelen bu heybetli nahnanın ağırlığı, hem emeğin hem toprağın bereketinin sessiz bir hatırlatıcısı gibiydi. Ücreti olan 150 lirayı emekçi Ramazan'a uzattım; o da mahcup bir tebessümle başını hafifçe eğdi. Islanan toprağın kokusu arasında, kucağımda devasa lahanayla Orduzu’nun meydanından ağır adımlarla uzaklaştım.
Arkamda bıraktığım sadece bir lahana tarlası değildi;
binlerce yıllık Arslantepe’nin tarihinden süzülüp modern tarlalara uzanan bir bereket kültürüydü.
Orduzu’nun nahnası, yalnızca bir sebze değil, Malatya’nın tarıma dayalı yaşam geleneğinin yaşayan anıtıdır.
Bu gezi, yağmurun yıkadığı toprakla, tarihin kalbi arasında kurulmuş eşsiz bir köprü gibiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder